18 Kasım 2009 Çarşamba

SÜRGÜNDEN SÜRGÜNE



1944 sürgünü, on binlerce insanı yerinden yurdundan söküp götürmüştür.

Denilebilir ki bu sürgün faciasının sadece bir değil on binlerce hikâyesi vardır. Zira her insanın ayrı bir dünyası ve her ailenin ayrı şartları –veya dertleri- vardı.

Bu uğursuz sürgünü bir de şimdi Bursa’da yaşayan Fahrettin Eleddinoğlu (Dedegil)’ndan dinleyelim.

“Ahıska’nın Sinuban köyündenim. Sürgünde on yaşındaydım. Köyümüz 170 haneydi ve hepsi Türk’tü. Sadece ormancı Gürcü’ydü. Camimiz vardı ama ezan okunamazdı.

1944 senesinin 13 Kasım günü köyleri asker sardı. Bu askerler, buralarda yaşayan insanları saydılar. Bir akşam vakti her aileden bir kişiyi kolhozun idarehanesine çağırıp orada toplantı yaptılar. Bu toplantıda sürgün kararı halka bildirildi.




Babam, 1942 yılında askere gitti. Kırım’dan gönderdiği bir mektubu geldi. Bir daha da namı nişanı gelmedi. Annem Kebire, dört çocukla dul kalmıştı. On sekiz yaşındaki ablamı sıtma tutmuştu, yatıyordu. Anam onu lahana yaprağına sarmıştı. Askerler eve gelince Rusça söyleyip yatağıyla beraber kamyona koyup götürdüler. Azgur’da hastaneye yatırdılar.

Kolhozdaki toplantıya anamı çağırdılar. Yarım saat içinde ağlaya ağlaya geri geldi; dedi ki, bizi sürgün ediyorlar. Stalin’in emrini okumuşlar. Tekrar geri döneceksiniz, demişler. Eşeğimize tahılı yükleyip değirmene öğütmeye götürdüler. Havaya ateş ettiler, silâh sesleri ortalığı kaldırdı. Bizleri dışarı çağırdılar. Millet ağlıyor. Hayvanlar böğrüşüyor. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bizi evlerimizden çıkarıp kamyonlara bindirdiler. Bunlar, Amerikan Sudabekir arabalarıydı. Kamyonlarla Agara köyü düzlüğüne getirdiler.

1943 yılında Ahıska’ya tren yolu yaptırdılar. 12-15 yaş arası kız çocuklarını bu yol inşaatında çalıştırdılar. Şimdi bu yoldan biz sürgüne gidiyorduk.

Tren vagonlarının durduğu demiryolu boyunda iki üç gün bekledik. Sonra milleti vagonlara bindirdiler. Vagon üç sıraydı. Balık istifi gibi yattık. Vagonun içinde soba vardı. Demiryolu kenarındaki çitleri ve ne bulsak yakardık. Sobanın üzerinde cadi pişirirdik. Tuvaletimizi kovalara yapıyorduk. Bizim vagonda iki ölü çıktı. 3-4 gün sonra haber verdik. O ölüleri dışarı attılar. Ölüleri itler mi yedi, kurtlar mı yedi, bilmiyoruz…

Bacım Ahıska’daki hastanede kaldı. Anam ağlaya ağlaya gözleri kör oldu. Bir ay sonra bizi Özbekistan’a bıraktılar. Milleti bit bastı. Elbiselerimizi yıkayıp buhara verdiler. Hamama girdik. Başımıza ilâç gibi bir şey sürdüler. Hamamdan çıkıp meydana geldik.

Köylerin muhtarları gelmişti bizi götürmeye. Alıp Karatepe’ye götürdüler. Tek at koşulu arabayla sabahtan akşama kadar gittik. Bizi eski bir caminin içine bıraktılar. Cecimlerle bölüp aileleri yerleştirdiler. Dutları kesip yakıyorduk. İpek böceklerine yedirdikleri için onları da kestirmediler. Altı ay caminin içerisinde yattık. Daha sonra köyün en kenarında topraktan yapılmış kötü bir ev verdiler. Orada su çok değerliydi. Yazın kapıda yatıyorduk. Gece su taşmış bizim lazutluğun içine gelmiş. Bekçi gelip bize kızdı. Kardeşimi kütüğe koyup dövmeye başladılar. Bir tane ben vurdum. Anam da çapayı alıp vuracakken yüzüne değip kesti. Yolda giderken Kumandana rastladık, “Kebire bacı ne oldu ?” diye sordu. Anam da: “Bizi getirip faşistlere mi teslim ettiniz?” dedi. Anamı bisikletine oturtturup köye geri geldi. Ağabeyimi dövenlere kızdı. “Sizin yaptığınızı faşistler yapmaz!” dedi. Anama yalvardılar şikâyetinden vazgeçti.

Yıllar yılları kovaladı. Bizler artık Özbekistanlı olmuştuk. Ta ki 1989 baharında Fergana felâketi olana kadar.

Özbekistan’ın Taşnak ilçesinde 150 aile Ahıska Türkü yaşıyorduk. Sokağımızda dokuz aile vardı. Hepimizi çağırdılar. “Bunlar Müslüman’dır, bir şey yapmayın!” diyen bir Özbek dedeyi susturdular. Komşumuz bize dedi ki, “Evine git, kapıyı kilitle; sana bir şey derseler de kapıyı açma!”

Bir gün önce kapılarımızın önüne taş dökmüşlerdi. O gece o taşları bizim üstümüze yağdırdılar. On altı kişi bizim eve toplanmış korkudan titriyorduk. 80-90 adam arabamı garajdan çıkarıp parçaladı, bunlar bizden iyi yaşıyor diye... Evimize saldırdılar. Kapıya arkamızı dayayıp içeri sokmamaya çalıştık. Büyük kardeşimin evini yaktılar.

Tahircan isimli bir Özbek komşumuz vardı. 35 sene komşuluk yapmıştık. Onlar fakir, biz zengindik. Bize yardım ettiler, duvardan aşıp canımızı kurtardık. Özbek’in evinde kaldık. Onun kıyafetlerini giyip takip ettim. Evimi parçaladılar. Kadife perdelerimizi, gelinin çeyizini parçaladılar. Sabah olunca evin telefonu çaldı. Kaynım bizi çağırıyordu. Kamyonetin içine yatarak kaçtık. 400-500 adam ellerinde sopa, gözleri dönmüş, bizleri arıyor. Askerler gelip döküldüler. Boş mermiyle korumaya çalıştılar. Gece saat üçte yola çıktık. Özbek şoförler kaçıyor. Yanlarına iki asker koydular. Bizi arabalara bindirdiler, 11 otobüs dolusu Ahıska Türkü askerlerle birlikte gittik. Bu da başka bir sürgündü bizim için…

Bizi Fergana’nın orada bir düzlüğe getirdiler. Orada asker çadırlarında kaldık. Tuvalet yok. Hastalık başladı. 16 bin kişi vardık. Daha sonra 70-80 aile geri gitti. Özbekler şimdi pişman oldular. On birinci gün uçakla Belgrat vilâyetine götürdüler. Bize Moskova’dan büyük para ayırmışlardı. 400 manat verdiler. İmza attık, ama neye imza attığımızı bilmiyoruz.

300-400 adamla uçağa bindik. Smolensk şehrine bıraktılar. Gece otobüsler geldi. Nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Karaçu ilçesine geldik. Bu ad, eski Türklerin verdiği bir admış. Kara çamurmuş, askerler geçememiş… Ruslar bu adı Karaçu şeklinde söylüyor. Orası 300 yıl Türklerin elinde kalmış. Bazı Ruslar derdi ki kendi yerinize geldiniz. Onlar da çuval, torba, hıyar, soğan, tabya, baş derlerdi. Yani Türkçe kelimeleri vardı.

Kolhoz’un sedirleri geldiler bizleri götürdüler. Kayınpederim liderdi. Şehirden dışarı gitmedik. Yurtlarda kaldık. 19 gün parasız yemek yedik. Kolhoz Başkanı yanımıza gelip, “Ne iş yapıyordunuz?” diye sordu. Doktor, mühendis, öğretmen deyince şaşırdı. Meğer bizi hayvan beslemeye filân getirmişler. Rus mafyasından bazı kişiler imzasız mektup yazıp benden para istiyorlardı. Dört ay sonra Özbekler bizi çağırdı evimizi yarı fiyatına sattık. 1,5 sene sonra kaçıp Azerbaycan’a geldik.

Orada eski Türk terazisi buldum. Üstünde Türkiye’nin işaret vardı. Azerbaycan’daki evime getirdim.

1990’da Sovyetler Birliği yıkıldı. Herkes kendi devletini kurdu. Bizim devletimiz de yok, vatanımız da… Millet Türkiye’ye baktı. İşte biz de öyle yaptık. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Bursa’da yaşıyoruz.

Ülkü Önal

Hiç yorum yok:

Bahadır Metan Enveroğlu Kimdir?

Bahadır Metan ENVEROĞLU kimdir?


Tarih yazmak tarih yapmaktan zordur derler. Tarihi bir de bizzat yaşayan insanlardan dinlemek ve anlamaya çalışmak ise apayrı bir olaydır. Günümüzde yakın tarihin olaylarına bizzat şahit olmuş halen yaşamaya devam eden bir çok insan bulunmaktadır.Bu insanlardan birisi de Bahadır Metan Enveroğlu’dur. Bahadır Metan’ın hayatını kısa ve öz bir şekilde sizler ile paylaşmaya çalışacağım.

Bahadır Metan Enveroğlu 15.06.1934 yılında Gürcistan’ın Ahıska Bölgesininde (Aspindza Reyonunda) dünyaya gelmiştir. Annesi Hediye Hanım , babası Enver Metan Bey’dir. Annesi ,babası, kız kardeşi Bilor Hanım ve ailenin en yaşlı üyesi babaanne Mümine Hanım Gürcistan’ın Ahıska Bölgesinde 1944 Sürgününe kadar birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamışlardır.Ancak mutlu aile tablosu onlar için pek uzun sürmeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın babası Enver Bey, annesi Hediye Hanım ve ortada Bahadır Metan.

1937 yılında Aspindza’da yaşayan ve Aspindza Eğitim Müdürlü’ğünde çalışan Bahadır Metan’ın babası Enver Bey’in evinin kapısı birgün hükümet görevlileri tarafından çalınır.Kapıyı açan Hediye Hanıma kocası Enver Bey’i sorarlar.Hediye Hanım da Enver Bey’in evde olduğunu,İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde yapılacak olan toplantıya hazırlandığını ve kahvaltı yapmak üzere olduklarını söyler, görevlileri kahvaltıya buyur eder. Görevliler eve girmeyeceklerini söylerler. Görevlilerin geldiğini duyan Enver Bey onları hiç bekletmeden kapıya doğru ilerler. Daha sonra görevlilerden biri Enver Bey'in kulağına birşeyler fısıldar.Enver Bey Hanımı Hediye Hanım'a ‘ben birazdan dönerim’ diyerek görevliler ile birlikte gider.Bu ayrılıştan sonra Enver Bey bir daha evine hiç dönemeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ahmediye Camisi ve Medresesi şu andaki görünüşü


Ahıska Kalesi içinde 1749’da inşa edilen Ahmediye Camisi ve Medresesi bulunmaktadır. Bir zamanlar Ahmediye Medresesinde birçok İslam Alimi yetişmiştir. Bolşevik Rejiminde hükümet görevlileri tarafından yakalanan bu masum insanlar bu cami ve medreseye doldurulmuştur. Burada toplanan insanlar çeşitli işkencelere maruz kalmışlar,kimileri Sibirya’ya sürgüne gönderilmiş kimileri de şehit edilmişlerdir. Binlerce insan haksız yere Sovyet Rejimini kurbanı olmuştur. Bahadır Metan’ın babası da bu medresede hükümet görevlileri tarafından şehit edilmiştir. Bahadır Metan henüz daha üç yaşındadır ve tüm bu olup bitenlerden habersizdir.



Bahadır Metan'ın Arşivinden
Enver Bey'in Rus Dilinde Yazılmış Beraat Belgesi

Ne acıdır ki Babadır Metan’ın babası Enver Bey’in suçsuzluğu yıllar sonra mahkeme tarafından kanıtlanmış ve suçsuz olduğuna dair beraati verilmiştir. Ancak bu gecikmiş karar şehit edilen Enver Bey’in ve ailesinin acılarını hafifletmeye yetmemiştir.

Tüm bu yaşanan olaylardan sonra üç yaşında öksüz kalan Bahadır Metan ailesi ile birlikte kendi köyleri olan Oşora’ya geri dönmüştür. Annesi Hediye Hanım altı aylık kız kardeşine hamile iken evin tüm sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bahadır Metan 1941 yılında Oşora Mektebinde okumaya başlamıştır . O ve ailesi bundan sonra huzurlu bir hayat sürmeyi umut ediyorlardı ki bu sefer de 1944 sürgün faciası ile karşılaşacaklardı.

1944 de savaş Rusların lehine dönmeye başlamıştı. Kızıl Ordu 1944 yılı Kasım ayının 14 ünü 15 ine bağlayan gece iki yüz civarında Ahıska Köyünü basarak herkesi evlerinden dışarı çıkarmışlardı. ‘Almanlar gelip burayı bombalayacaklar, sizleri daha güvenli yerlere götüreceğiz, savaş bittikten sonra hemen yuvalarınıza döneceksiniz’ diye köylüleri kandırdılar. Herkesi Ağalık Bahçesi diye anılan meydanda topladılar. Uzun bir süre kendilerini götürecek arabaları beklediler. Nihayetinde toplanan insanları Amerikan Studabekir arabalarıyla tren istasyonuna götürürüler.Bu masum Ahıska Türklerini istasyonda bekleyen boş hayvan vagonlarına doldururlar. Böylelikle Ahıska Türklerinin meçhule yolculuğu başlamış oldu.

Yola çıkanların çoğu yaşlı,hasta,savaştan dönen yaralılar, kadın ve çocuklardı. Ruslar her istasyonda yemek ve ekmek vereceklerini söylemişlerdi. Ancak mevsimin kış olması nedeni ile alınan ekmek ve yemekler anında donuyordu. Öyle ki ekmekler balta ile kesilip dağıtılıyordu.

Ruslar her istasyonda mola anında vagonları tek tek dolaşarak hasta ve ölü olup olmadığını soruyorlar, ölenleri alıp götürüyorlar. Aileler bu durumda hasta ve ölüleri çarşaflara sararak gelen askerlere ‘yok’ cevabını veriyorlardı. Trenin ilk durduğu istasyonda gizli bir şekilde kazma ve kürek olmadan ölenleri kendi elleri ile gömüyorlardı.

Yirmi beş otuz gün hastalık,açlık ve sefalet içerisinde devam eden bu meçhul yolculuk (sürgün) sonunda ardında büyük kayıplar bırakarak sona ermiştir. Bahadır Metan tüm bu olayları henüz on bir yaşındayken yaşamış küçük bir çocuktur. Burada ancak bir kısmını sizlere aktarabildiğimiz yaşanan olaylar Bahadır Metan’ın hayatında unutulmaz ve derin izler bırakmıştır.

Gece yarısı Kazakistan’ın Çimkent vilayeti Sayram Rayonu Çernovodski (Karasu) Demir Yolu İstasyonuna gelen trenin vagon kapıları açılmaya başlanmıştır. Askerler gelen emirle herkesi vagondan apar topar aşağıya indirmeye başladılar. Evlerinden bazı ev eşyalarını getirebilenler ve getiremeyenler grup grup toplanmışlardı. İstasyonda kendilerini almaya gelecek olan öküz ve at arabalarını beklemeye başladılar. Mevsim kıştı ve hava oldukça soğuktu. Ertesi sabah beklenen arabalar gelebilmişti. Aileler çeşitli yerlere yerleştirilmek üzere arabalara bindirilirler.

Diğer Ahıskalı Aileler gibi Bahadır Metan ve ailesi de halkı Müslüman olan bir yere yerleştirilmişti. Yaşlılar ezan okuyup namaz kılarak bundan sonra aradıkları huzuru bulmak amacıyla Allah’a dua ettiler. Yerli halk yeni gelen misafirlerine sevgi ve ilgi ile yaklaştı. Bahadır Metan ve Ailesi buraya alışmakta zorluk çekmedi. Böylelikle Bahadır Metan’ın hayatında yeni bir sayfa açılmış oldu.

Burada Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon Bahadır Metan ve ailesini nüfusa kayıt ettiler. Çalışacak durumda olanlar Kolhoz (Kolektif Hocalık ) da çalışacaktır, okul yaşındakiler ise mektebe gidecektir.

Ardından yine Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon kendilerine yiyecek yardımında bulunur ve ekin ekmek için arazi verirler.

Acı günlerinin hatırası elbette hafızalardan kolay kolay silinmeyecektir. Ancak yine de Ahıskalılar vatanları olmadan hayatlarını gurbette şükran duyguları içerisinde devam ettirmeyi öğreneceklerdir.

Bahadır Metan 1944-1954 yılları arasında Kazakistan’da orta okulunu tamamlamıştır. Daha sonra tahsiline devam etmek için ailesi birlikte Özbekistan’a göç etmiştir. Tabi bu göç hiç de kolay olmamıştır. 1956’ya kadar onlara bir kazadan ikinci bir kazaya gitmek yasaktı. Özbekistan’a bu yüzden gizli ve kaçak olarak gitmişlerdir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ortaokul sonunda Bahadır Metan'ın çekilen bir fotografı


Bahadır Metan 1958 yılında Taşkent Endüstriyel Teknik Lisesinin inşaat fakültesini tamamlayıp Yeniyol, Çinaz, Akkorgan Rayonlarında 1984 yılına kadar inşaat yönetmeni olarak görev yapmıştır.

Bahadır Metan inşaat fakültesinin yanında iki üniversite daha bitirmiştir.

1963-1968 yılları arasında Taşkent Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesini bitirerek,
gece okulundan (Lala Mektebi) Tarih Coğrafya ve Hukuk alanında öğretmenlik yapmıştır.

Tarih Fakültesinde okurken eş zamanlı olarak 1960- 1966 yılları arasında Taşkent Uluslararası İlişkiler Halk Üniversitesi Gece bölümünde Uluslararası İlişkiler eğitimi almıştır.

Daha sonra Sovyetler Birliği çapında Bilim Cemiyeti Taşkent Şubesinde faaliyette bulunmuştur.

Tüm bu parlak eğitim ve iş kariyerinden sonra Bahadır Metan yaşadığı hayat tecrübelerini ve vatan hasreti ile dolu duygularını geniş halk kitlelerine aktarmak amacıyla devlet yönetiminde görev almıştır. 1970 - 1980 yılları arasında Özbekistan'ın Akkorgan Rayonunda Milletvekilliği ve aynı zamanda Belediye Başkan yardımcılığı yapmıştır.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan Milletvekili iken çekilen fotografı, Özbekistan


Bahadır Metan’ın hiç bitmeyen vatan özlemi onun içini kemirip durmaktaydı. En sonunda Gürcistan’ın Ahıska’ya 70 km uzağında bulunan Haşur Rayonuna ailecek göç etmiştir. Burada 13 sene Rusya’nın Roztov Şehri Haşur Şubesi Podşibnik Bilya fabrikasında baş mühendis olarak çalışmaya devam etmiştir.Böylelikle doğduğu, çocukluğunun geçtiği ve akrabalarının yaşadığı toprakları bir kez daha görme şansına sahip olmuştur.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın doğum yeri olan Aspindza Rayonunu ziyareti


1992 yılında Türkiye ile Gümrük sınır kapıları artık açılmıştır. Bahadır Metan birkaç defa Türkiye’ye turist olarak gidip gelmiştir. Türkiye’de akrabalarını arayıp onların çoğu ile buluşup kaynaşmıştır. Nihayetinde 1997 yılında Türkiye’ye ailesi ile birlikte kalıcı olarak gelmiştir.

Şu an ailesi ile birlikte Bursa’da yaşamaktadır. Emekli ve iki çocuk babasıdır. Çocukları Taşkent Devlet Üniversitesi mezunudurlar. İkisi de şu an Bursa’da müzik öğretmeni olarak çalışmaktadır. Bahadır Metan’ın eşi Medeiyet Hanım ise 40 sene Özbekistan’da Özbek Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak orta okulda ders vermiştir. Şu an eşi de emeklidir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın Türkiye'deki akrabaları ile buluşmasında çekilen bir fotograf

Bahadır Metan bu duygular ile hayata, vatanına ve akrabalarına gönülden bağlı bir insan. Bu uğurda çeşitli derneklere üye olmuş, onlara öncülük etmiş, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmıştır. Hayatını kendinden sonra gelecek olanlara ışık olmaya adamıştır, ilerleyen yaşı bu kutsal görevi yerine getirmesine mani olamamıştır halen mücadelesine devam etmektedir.


Bahadır Metan'ın çalışma masasında çekilen bir fotografı

Bahadır Metan yetmiş beş yıllık yaşadığı hüzünlü,sevinçli ve mutlu günlerini inançla, gururla ve şükran ile anıyor.

Bahadır Metan’ın hayatını ve hatıralarını burada anlatmaya ne kelimelerimiz yeter ne de zamanımız. Yetmiş beş yıllık dolu dolu geçen bir hayat dile kolay geliyor.

Bir milletin vatanı için verdiği bu mücadeleyi okudukça ve gördükçe vatanımızın kıymetini daha iyi anlıyoruz. Atalarımız da vatanımız için benzeri mücadeleler vermişlerdir. Bugün bir vatana sahip isek bunun Atalarımızın yapmış olduğu fedakarlıklar neticesinde olduğunu unutmamalıyız . En az atalarımız kadar vatanımıza sahip çıkmalıyız. Yaşanan olaylardan ve tarihten ibret almalıyız.

Özhan GÜRSOY,31.01.2009 BURSA