29 Kasım 2008 Cumartesi

Vatanına hasret Ahıskalılar

Ahıskalı Türkler 1944’ten bu yana 60 yıldır vatanlarına hasret ateşi içinde çileli bir hayat sürmektedirler. Bugün sizlere bu insanlardan sevdiğimiz bir dostumuzun hayat hikayesini aktarmak istiyorum:

Ahıskalı Türk Murtaza İzzetoğlu , 10.05.1936 yılında Gürcistan’ın Ahıska ilçesinin, Ağzur kasabasına bağlı, Temlala köyünde doğdu. Babası: İzzet Arifoğlu, 1892 yılında, annesi Hatice Toramankızı ise 1900 yılında aynı yerde doğdular. Babası 1971 yılında, annesi ise 1973 yılında, Özbekistan Cumhuriyeti’nin, Taşkent vilayetine bağlı Akkurgan ilçesinin Alimkent kasabasında vefat ettiler.

Bütün Ahıskalı Türkler gibi, Murtaza İzzetoğlu ailesi de suçsuz olmalarına rağmen, 14 Kasım 1944 tarihinde Stalin’in emriyle, Gürcistan’ın Ahıska ilçesinden, Özbekistan’a sürgün edildi. Ailesi ile birlikte İlk sürgün edildikleri yer olan Semerkand vilayetinde ilkokul, ortaokul, lise ve 1954-1959 yıllarında da Semerkand Devlet Üniversitesi’nin Fizik-Matematik Fakültesi’nde 5 yıl eğitim alan ve Fizik-Matematik öğretmeni olarak mezun olan Murtaza İzzetoğlu, askerliğini Türkmenistan’da yaptı ve önce teğmen, daha sonra da üsteğmen ve yüzbaşı oldu.

Üniversite’de eğitim aldığı yıllarda Ahıskalı Türk İtibar Ali Kızı hanımefendi ile evlenen Murtaza İzzetoğlu, 1959 yılında ailesiyle birlikte, Semerkand vilayetinden, Taşkent vilayetine taşındı ve burada akrabalarının bulunduğu Akkurgan ilçesinin, Alimkent kasabasına yerleşti.

1959-1990 yılları arasında, Taşkent vilayetinin, Akkurgan ilçesine bağlı Alimkent kasabasında, 11 yıllık orta okullarda öğrencilere fizik, matematik ve astronomi derslerini okutan Murtaza İzzetoğlu, aynı zamanda, okul müdür yardımcısı görevini de yaptı. Altı çocuğunu: Mihriban, Muhabbet, Muhammet, Meryem, Ahmet ve Mustafa ‘yı ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitelerde okutan Murtaza İzzetoğlu’nun 31 yıl içerisinde okuttuğu öğrencileri arasında Özbekistan’da ve diğer ülkelerde çalışan yüzlerce yüksek görevli yönetici ve uzman var.

Murtaza İzzetoğlu, ayrıca, hayatı boyunca Ahıskalı Türklerin haklı davasına sahip çıktı ve büyük mücadele vererek, yıllarca halkına hizmet etti. Her zaman fakirin, yetimin, yaşlı ve hastanın yanında oldu.

1989 yılında Özbekistan’ın Fergana vilayetinde ve daha sonra da 1990 yılında Taşkent vilayetinde meydana gelen olaylardan sonra, Murtaza İzzetoğlu ve ailesi Özbekistan’dan, Ukrayna’ya göç etmek zorunda kaldı.

Ukrayna’nın Donetsk vilayetinin, Slavyansk şehrine bağlı, Çervonıy Moloçar kasabasına yerleşen Murtaza İzzetoğlu ve ailesi, 1990-1993 yılları arasında, Ukrayna’daki Ahıskalı Türkler ile Ukrayna “Vatan” ve “Anadolu” Cemiyetlerini kurarak, Ahıskalı Türklere büyük hizmetler verdiler ve yıllarca devam eden mücadeleden sonra Türkiye’ye gelmeyi başardılar. Murtaza İzzetoğlu, 1997 yılında “Ahıska Tarihi ve Bazı Hatıralar” , 1999 yılında “Ahıskalı Evliyalar” ve 2003 yılında da “Ukrayna’da Ahıska ve Tatar Türkleri” kitaplarını yazdı ve yayınlattı.

Murtaza İzzetoğlu, bu kitapları Türkiye’deki, Avrupa, Amerika, Avustralya’daki ve Bağımsız Devletler Topluluğu’na bağlı, Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve diğer ülkelerdeki Ahıskalı Türklere, vakıf, dernek ve federasyonlara ve yetkililere gönderdi. Murtaza İzzetoğlu, son dört sene ağır hasta ve felç olmasına rağmen, “Ahıskalı Türklerin Kutub Yıldızı” adlı son kitabını da yazıp, bitirdi ve 20.10.2004 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Allahü teâlânın rahmeti üzerine olsun.

M.Necati Özfatura,03 Aralık 2004 Cuma

Ahıskalı,Artık Ahıska'ya Dönmek İstiyor

Hırtız Köyü ve Kalesinin özlemi ile Türkiye'de yaşayan Hırtızlılar...


Hırtız Köyü ve Kalesi

Akrabalarım
Bursa manzaralı Çekirgedeki evlerininde balkonda birlikte yemek yemekteyiz.
Ortada Hacı Halay Amcam, Hacı Rukiye Ablam ,Oğulları İsmail Bey ve ben Bahadır Metan


Ahıska pedagoji lisesini tamamlayan akrabamız (sağ sütun en üstte )
Şöhret Hala hala hayatta (87 yaşında)
beyi Mustafa Dayı ve kızı Gülüş Hanımlar Bursa'da yaşıyorlar



Hırtızlı Akrabalarımız
Mustafa Dayı (90) (soldan ikinci) ,
Eşi Şöhret Hala (87) (sağdan ikinci)
Oğlu Zakir Bey, Kızı Gülüş Hanım
ve ortada damadım Natık Bey


Hırtız Köyü ve Kalesi

27 Kasım 2008 Perşembe

Ahıskalılar Vakfı’nın kuruluşu

5 Haziran 1997 tarihinde Ahıskalılar Vakfı kuruldu. Kuruluşunda başta; İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Enver Ören olmak üzere, insani yardımı ile İhlas Holding Başdanışmanı Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, İhlas Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Av. Mehmet Okyay, Türkiye Gazetesi Muhabiri Mehmet Oğuz, Uluslararası Ahıskalı Türkler Federasyonu Genel Başkanı Maksut İzzet, Uluslararası Ahıskalı Türkler Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Murtaza İzzetoğlu, Uluslararası Ahıskalı Türkler Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve Ukrayna Ahıska Türkleri Anadolu Cemiyeti Başkanı Muhammet İzzetoğlu, İzmir Ahıska Türkleri Temsilcisi İbrahim Mehrali, Ahıskalı Türkler Mustafa İzzetoğlu, Ahmet İzzetoğlu, Av. İbrahim Gazigil, Recep Ercüment Konukman, Tamer Ekinci, Selami Turan, İlham Ensaroğlu, İlham Habiboğlu, Balabek Feyzullayev ve 1990 yılından itibaren Türkiye’ye göç etmiş ve İstanbul’da yaşayan Ahıska Türklerinin Temsilcilerinin payı vardır. Ahıska Türklerinin Temsilcileri tarafından daha önce, Ahıska Türkleri Vakfı’nın Kurucular Heyeti Başkanlığı’na seçilen Muhammet İzzetoğlu kuruluşunda yaptığı ilk konuşmada, kendisinin henüz Türk Vatandaşı olmadığından dolayı, Ahıska Türkleri Vakfı’nın Kurucular Heyeti Başkanlığı görevine, Uluslararası Ahıskalı Türkler Federasyonu Genel Başkanı Maksut İzzet’in de teklif ettiği, Türk vatandaşı olan Türkiye Gazetesi Muhabiri Mehmet Oğuz’un seçilmesini teklif etti. Daha sonra bir konuşma yapan İhlas Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Av. Mehmet Okyay da, hukuken, Türk vatandaşı olan kişinin seçilmesinin doğru olacağını söyledi. O dönemde İhlas Holding Başdanışmanı olan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ise yaptığı konuşmasında, Ahıska Türklerinin problemlerinin çözüme kavuşturulması için Türkiye’de ve İstanbul’da vakıf ve derneklerin kurulmasına ihtiyaç olduğunu kaydetti. Daha sonra, Vakıf Kurucuları bir hatıra fotoğrafı çektirdiler. İstanbul’da 5 Haziran 1997 tarihinde kurulan Ahıska Türkleri Vakfı’nın adı daha sonra, Ahıskalılar Vakfı olarak değiştirildi. 1997-2000 yılları arasında Ahıska Türkleri Vakfı için gereken tüm dosya ve tanıtım kartları hazırlandı. Ahıskalılar Vakfı’nın yaptığı faaliyetlerden bazıları: Türkiye’deki, Bağımsız Devletler Topluluğu’na bağlı, Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve diğer dünya ülkelerindeki Ahıskalı Türklerin kurdukları federasyon ve dernek yetkilileri ile görüşmeler yapılması... 05.06.1997-26.08.2000 tarihleri arasında, İstanbul’da ikamet eden 923 Ahıska Türkü’nün, yani 324 Ahıskalı Türk ailesinin ilgili makamlarda ikamet, çalışma izni, diploma denkliği, sağlık, eğitim, iş, konut, vatandaşlık ve diğer problemlerinin çözümü ve insani yardım yapılması için gece ve gündüz demeden çalışılmasıdır.BDT ülkelerinden İstanbul’a 25.06.2000 tarihine kadar göç eden Ahıska Türkleri hakkındaki rapor şu şekildedir:

1. Ahıskalılar Vakfı’na üye olan Ahıska Türklerinin sayısı: 923.

2. Toplam Ahıskalı Türk aile sayısı: 324.

3. Yalnız Ahıskalı Türk ailelerin sayısı: 73.

4. Yetim Ahıskalı Türk çocukların sayısı: 30.

5. Emekli ve yaşlı Ahıskalı Türk sayısı: 42.

6. Gürcistan doğumlu Ahıskalı Türk sayısı: 38.

7. İstanbul’da İlk okul-liselerde okuyan Ahıskalı Türk çocukların sayısı: 348.

8. İstanbul’daki Üniversiteler’de okuyan Ahıskalı Türk öğrenci sayısı: 62.

9. Türkiye’deki Üniversiteler’de okuyan Ahıskalı Türk öğrenci sayısı: 441.

10. İstanbul’da Türk Vatandaşlığı’na kabul edilen Ahıskalı Türk sayısı: 24.

11. İkamet tezkeresi alanlar: 839.

12. Türk Vatandaşlığı’na müracaat edenler: 408.

13. 01.04.2000 tarihinden sonra gelen ve ikamet tezkeresi olmayanlar: 84.

14. Türkiye’ye göç eden Ahıska Türklerinin sayısı: 24.000.

15. BDT ve dünya ülkelerindeki Ahıska Türklerinin sayısı. 368.000.

Dış Politika
M.Necati Özfatura
necati.ozfatura@tg.com.tr
17 Kasım 2006 Cuma

23 Kasım 2008 Pazar

Ahıskalılara vatandaşlık sözü



Ahıskalı Türkleri Derneği'nin Yıldırım'da gerçekleştirdiği toplantıda konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Bursa'da yaşayan Ahıskalıların sorunlarını tamamen çözerek vatandaşlık verileceğini müjdeledi.

A.HULUSİ GÜRBÜZOL / BURSA

Ahıskalı Türkleri Derneği'nin Yıldırım'da gerçekleştirdiği toplantıda konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Ahıska Türklerinin vatandaşlık sorununu, ilk Bakanlar Kurulu Toplantısı'nda gündeme getirilerek çözüleceği müjdesi verdi. Bakan Çelik'in müjdesini duyan Ahıskalılar salonda alkış tufanı kopardı. Türkiye'ye göç eden soydaşların acılarını dindirmek için çalıştıklarını dile getiren Bakan Faruk Çelik, "Türk milleti büyük bir millet. 22 milyon kilometre karelerden 780 bin kilometrekarelere düşen bir misakımilli sınırı. Yalnız Ahıska'da mı sıkıntı yaşandı tabiki değil. Ortadoğu'da da yaşandı, Balkanlarda da yaşandı, Avrupa içlerinde de bu sıkıntıları soydaşlarımız yaşadılar. Bizlerin görevi nedir bu acıları dindirmektir. Unutulmaz ama hafifletmeye çalışmak, yeni, mutlu ve huzurlu bir sayfa açmak ve insanımızın geleceğe daha güvenli bakmasını sağlamak. Bizim görevimiz bu, amacımız da bu. Bizim çalışmamız da bu istikamette" dedi.

"UNUTULMADINIZ"

Türkiye'ye Bulgaristan'ın dışında dünyanın diğer bölgelerinden de soydaş göçünün olduğunu belirten Çelik, "Ülkemizde yaşayan diğer vatandaşlarımızın sorunları ile nasıl boğuştuğumuzu biliyorsunuz. Ama şimdi Ahıskalı kardeşlerimizle beraberiz. Sizleri temsil eden değerli yönetici arkadaşlarla Başbakanımız ve diğer bakan arkadaşlarımızla görüştük. Bir taraftan vatandaşlık bir taraftan ikamet sorunu derken, bir taraftan çalışma izinleri, çileler, sıkıntılar, problemler... Tabiki devlet olarak biz isteriz ki dünyanın neresinde olursa olsun nerde bir soydaşımız varsa ülkemize gelsin. Ama devletlerin de politikaları var. Ahıskalılar farklı onların yurtları yok edilmiş. İşte 17 binler, 20 binler bir çok şehidimiz. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum. Birçok çileler birçok sıkıntılar. Vatansız kaldınız. Sizin konumları çok çok farklı. Bakanlığa atandıktan sonra altıncı Bakanlar Kurulu toplantısında sorunalrınızı sayın Başbakan'a da ilettim. Ahıskalıların vatandaşlık sorununu çözecektik. Ama arada başka sorunlar yaşandı 2007 yılında çözmeyi düşündüğümüz bu olay seçimlerin öne alınması ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarından dolayı ertelendi. Bu çözümü tüm Ahıskalıların beklediğini söyledim . Başbakanda hemen 'yasayı hazırlayın ve meclise getirin' dedi. İnşaallah ilk bakanlar kurulu toplantısında Ahıskalıların vatandaşlık sorununu çözmüş olacağız" diye konuştu.

BENDE BİR AHISKALIYIM

Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ise kendisinin de bir Ahıskalı olduğunu hatırlatarak, Ahıskalıların talihsizliğinin içini burktuğunu söyledi. Başkan Keskin, "Hem içimizi burkan hem de geçmişi yad ettiğimiz ama bugünümüze şükrettiren böylesine anlamlı bir günü değerli bakanımızla birlikte sizlerle paylaşıyoruz. İçinizden bir hemşehriniz olarak şunu çok iyi biliyorum ki tarihte hiçbir millet yoktur ki Ahıskalılar kadar zulme uğramış olsun, mağdur ve bir talihsizliğe düçar olmuş olsun. Onun için bu millet gerçekten çok ah çekti. Bu millet çok ızdırap çekti, vatansız bırakıldı ve binlerce şehit verdi ama asla milli birliğini bütünlüğünü terk etmedi. Asla özünü yitirmedi. Her gününüzde yanınızda olan bir kardeşiniz olarak yine yanınızda olmaya devam edeceğim" dedi.



Yeni Şafak,09 Tennuz 2007

A­hıs­ka Türk­le­ri­nin 64. yıl a­nı­sı­na...

HAYATIM ROMAN
Ünal Bolat
20 Kasım 2008 Perşembe

Ba­bam Mur­ta­za İz­ze­toğ­lu, 1944 sür­gü­nün­de on iki ya­şın­day­mış. Öz­be­kis­tan’ın Se­mer­kand vi­lâ­ye­ti­nin Cu­ma il­çe­si­ne sür­gün edil­miş­ti...

Sov­yet hü­kû­me­ti­nin 1956 yı­lı­na ka­dar sı­kı yö­ne­ti­me tâ­bi tut­tu­ğu bü­tün Ahıs­ka­lı Türk­ler gi­bi bü­yük çi­le­ler çe­ken ba­bam, da­ha son­ra Öz­bek mu­al­lim­le­ri­nin des­te­ğiy­le Se­mer­kand şeh­rin­de eği­ti­mi­ne de­vam et­miş. 1959 yı­lın­da Ali Şir Ne­va­î adın­da­ki Se­mer­kand Dev­let Üni­ver­si­te­si­nin Ma­te­ma­tik ve Fi­zik Bö­lü­mün­den me­zun ol­muş. Da­ha son­ra ak­ra­ba­la­rı­na ka­vuş­mak için ta­şın­dı­ğı Taş­kent vi­lâ­ye­tin­de­ki okul­lar­da 31 yıl öğ­ret­men­lik ve ida­re­ci­lik yap­mış. Ay­rı­ca, mil­let­ve­kil­li­ği ve il­çe se­çim ku­ru­lu üye­lik ve baş­kan­lı­ğın­da bu­lun­muş­tu.

Azer­bay­can’da­ki Ahıs­ka­lı Türk ak­ra­ba­la­rı­mı­zı zi­ya­re­te git­ti­ği­miz bir gün­dü. Tren, Uk­ray­na’nın Slav­yansk şeh­rin­den yo­la çık­tı. Ba­bam Mur­ta­za İz­ze­toğ­lu, ben ve kar­de­şim Mus­ta­fa, üç ki­şi­yiz.

Ak­şam üze­ri Ha­şur’da tren­den in­dik ve Bor­com yo­lun­dan oto­büs­le Ahıs­ka’ya git­tikOto­büs­te, bir Gür­cü ar­ka­daş ba­ba­ma ve bi­ze otur­ma­mız için yer ver­di. Me­ğer, ba­ba­mın doğ­du­ğu Tem­la­la kö­yün­de ya­şı­yor­muş.

Di­ğer Ahıs­ka köy­le­rin­de­ki Gür­cü­ler de ba­ba­mı ev­le­ri­ne da­vet et­miş; “Gel, bu­gün biz­de kal, hin­kal (bir çe­şit man­tı tü­rü) ye.

Yıl­lar­dır ev­le­ri­niz­de be­da­va otu­ru­yo­ruz, ba­ri mi­sa­fir ede­lim de bi­raz ol­sun hak­kı­nı­zı öde­ye­lim” de­miş­ler.

Tem­la­la kö­yün­de ba­ba dos­tu Gür­cü Şo­ta’nın evi­ne gel­di­ği­miz­de ge­ce hay­li iler­le­miş­ti. Şo­ta İyad­ze ki, 1944 sür­gü­nün­den ön­ce doğ­du­ğu Tem­la­la kö­yün­de ba­ba­mın ikin­ci sı­nı­fa ka­dar ay­nı sı­ra­da oku­du­ğu okul ar­ka­da­şı.

An­ne­min doğ­du­ğu Az­gur ka­sa­ba­sın­da­ki il­ko­kul­da oku­muş­tu. Ara­dan tam 46 se­ne geç­miş­ti.Bi­ze re­fa­kat eden Gür­cü ar­ka­da­şın ses­len­me­siy­le Şo­ta, evin­den çık­tı ve ka­ran­lık­ta bi­ze bak­tı. Ba­bam:“Ola, Şo­ta ne ba­hi­yer­sin, be­nim, Mur­ta­za!” de­di. Şo­ta, ka­ran­lık ol­ma­sı­na rağ­men ay ışı­ğın­da ba­ba­mı ta­nı­dı: “Mur­ta­za, sen mi­sin, hoş gel­din!” di­ye­rek ba­ba­ma sa­rıl­dı.

He­pi­miz duy­gu­lan­mış­tık. Ev­de, ka­rı­sı Pu­pu­la Ha­nım ve oğ­lu Ti­mu­ri var­dı. Bi­zi gö­rür gör­mez aya­ğa kalk­tı­lar. Hoş­beş­ten son­ra he­men sof­ra ku­rul­du. Şo­ta, ba­bam­la çok gü­zel Türk­çe ko­nu­şu­yor­du.

Ale­gi, Ma­ra­ti ve Ti­mu­ri adın­da üç oğ­lu var­dı. İki­si Ku­ta­yıs ve Tif­lis’e ça­lış­mak için git­miş­ti. Ba­ba­ma, Öz­be­kis­tan’da­ki Tem­la­la­lı Ahıs­ka Türk­le­ri­ni sor­du.

Ge­ce ya­rı­sı­na ka­dar has­ret gi­der­dik­ten son­ra, bi­ze gös­ter­dik­le­ri oda­da is­ti­ra­he­te çe­kil­dik. Sa­bah er­ken­den uyan­dık. Kah­val­tı za­ma­nı­na ka­dar dı­şa­rı çık­tı­ğı­mız­da mis gi­bi ter te­miz bir ha­va var­dı. Et­raf yem­ye­şil­di. Kah­val­tı­da çe­çil pey­ni­ri, bal, yay­la yo­ğur­du ve fı­rın­da piş­miş sı­ca­cık ek­mek var­dı.

Ay­rı­lış­ta duy­gu­lan­mış ve “Ya Rab­bi şü­kür­ler ol­sun sa­na, va­ta­nı­mı gör­düm” di­ye hay­kır­mış­tım. Göz­le­ri do­lup ge­len ih­ti­yar Şo­ta “Oğ­lum, ne olur sa­kin ol. Siz şim­di gi­di­yor­su­nuz. Biz bu­ra­da ya­şı­yo­ruz. Si­zi sür­gün et­tik­ten son­ra ev­le­ri­ni­ze yer­leş­ti­ri­len ba­zı Gür­cü ve Er­me­ni­ler, bu­ra­ya gel­di­ği­ni­zi öğ­re­nir­ler­se, bi­zi in­ci­te­bi­lir­ler” de­di.

1989 yı­lın­da Zvi­ad Gam­sak­hur­di­a’nın Dev­let Baş­kan­lı­ğı za­ma­nın­da, bu­ra­da­ki ba­zı Gür­cü ve Er­me­ni­ler Ahıs­ka­lı­la­rın ken­di top­rak­la­rı­na dön­me­si­ni is­te­me­miş­ti.Tif­lis’e gi­den as­falt yol­da göz­yaş­la­rı ara­sın­da ve­da­la­şır­ken şun­la­rı söy­le­di: “Bir gün ge­le­cek, siz bu top­rak­la­ra dö­ne­cek­si­niz.”

Ba­ba­mın an­lat­tı­ğı­na gö­re, sür­gün son­ra­sı ma­hal­lî yö­ne­ti­ci­le­rin ta­li­ma­tıy­la bu köy­ler­de Türk me­zar­la­rı­nı yok et­miş­ler. Bi­zim Tem­la­la kö­yün­de­ki me­za­rı bo­za­ma­mış­lar. O gün Şo­ta’nın ba­ba­sı Ge­or­giy, kö­yü­mü­zün me­zar­lı­ğı­nı boz­mak için ha­re­ket eden Gür­cü’nün kul­lan­dı­ğı trak­tö­rün al­tı­na yat­mış ve de­miş ki:“Bu me­za­rı boz­man için be­ni çiğ­ne­men la­zım. Sen göç­men­sin! Bir gün olur ken­di kö­yü­ne gi­der­sin.

Ben yer­li Gür­cü’yüm ve bu­ra­da ya­şa­yıp bu­ra­da öle­ce­ğim. Sen bu me­za­rı bo­zar­san, bu­ra­dan sür­gün edi­len in­san­lar ken­di top­rak­la­rı­na ge­ri dön­dü­ğü za­man on­la­rın yü­zü­ne na­sıl ba­ka­rım?” di­ye çı­kış­mış...

Mu­ham­met İz­ze­toğ­lu-İs­tan­bul

Ya­zış­ma ad­re­si: Tür­ki­ye Ga­ze­te­si İh­las Med­ya Pla­za 29 Ekim Cad­de­si, 34197 Ye­ni­bos­na/İs­tan­bul Faks: (0212) 454 31 00

“Ahıs­ka­lı­la­rın 1944’te­ki ölüm sür­gü­nü”

HAYATIM ROMAN
Ünal Bolat
unal.bolat@tg.com.tr

Ahıs­ka­lı­la­rı her Türk’ün bil­me­si la­zım. Yet­ki ve gü­cüm ol­sa bir “Ahıs­ka Araş­tır­ma Ens­ti­tü­sü” ku­rar­dım. Bu aziz in­san­la­rın ya­şa­dı­ğı çi­le do­lu ha­ya­tı, bu­na rağ­men bu mil­le­te sev­da­la­rı­nın an­la­şıl­ma­sı­nı sağ­lar­dım.

Tür­ki­ye’ye ge­le­ne ka­dar on­lar­dan ha­ber­siz­dik. Kars’tay­ken bi­le duy­ma­mış­tım. Me­ğer he­men Kars’ın bi­ti­şi­ğin­de imiş Ahıs­ka.

Bur­sa’da Tür­ki­ye Ga­ze­te­si Tem­sil­ci­li­ği yap­tı­ğım yıl­lar­dı. Meh­met is­min­de bir dok­tor­la ta­nış­mış­tım. Ha­nı­mı da teks­til mü­hen­di­siy­di.

De­di ki: -Biz Ahıs­ka­lı­yız. Bir oğ­lum bir kı­zım var. Azer­bay­can ve Iğ­dır üze­rin­den Tür­ki­ye’ye Bur­sa’ya gel­dik. Ki­mi­miz kim­se­miz, ka­la­cak ye­ri­miz, im­kâ­nı­mız yok­tur. Bi­ze yar­dım­cı ola­bi­lir mi­si­niz?

Bak­tım, tıp­kı Ana­do­lu’mu­zun Kars, Er­zu­rum ağ­zı gi­bi çok da mü­kem­mel Türk­çe ko­nu­şu­yor­lar. Ana­do­lu ter­mi­no­lo­ji­si kul­la­nı­yor­lar.

İş­te o va­kit “Bu Ahıs­ka ne­re­de­dir?” di­ye dü­şün­me­ye baş­la­mış­tım. Ne acı ha­ki­kat ki o za­ma­na dek bu in­san­la­rı­mız­dan ha­ber­dar de­ğil­mi­şiz.

Ta­bi­i me­ra­kı­mı­zı çe­kin­ce Dok­tor Meh­met Bey, hem ken­di­le­ri­nin hem de do­la­yı­sıy­la Ahıs­ka­lı­la­rın ya­şa­dık­la­rı­nı ana hat­la­rıy­la an­lat­ma­ya baş­la­dı...

Yıl 1944... İkin­ci Ci­han Har­bi yıl­la­rı... O za­man­ki Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin sos­ya­list li­de­ri Sta­lin, Ahıs­ka’nın eli si­lah tu­tan ne ka­dar gen­ci var­sa Al­man­la­ra kar­şı sa­va­şa cep­he­ye gön­de­ri­yor. Ge­ri­de ka­lan ana­la­rı, ba­ba­la­rı, eş­le­ri, ço­cuk­la­rı­nı ise hay­van ta­şı­nan yük va­gon­la­rı­na dol­du­ra­rak kan ve göz­ya­şı do­lu zo­ra­ki bir yol­cu­lu­ğa çı­kar­tı­yor.

“Kı­sa sü­re­de ge­ri dö­ne­cek­si­niz, ya­nı­nı­za hiç­bir şey al­ma­yın” de­ni­len 70-80 bin ci­va­rın­da­ki Ahıs­ka­lı, ge­rek­ti­ğin­de dip­çik zo­ruy­la, ka­ra kış­ta çığ­lık çığ­lı­ğa ölüm tre­ni­ne bin­di­ri­le­rek be­lir­siz bir yol­cu­lu­ğa çı­ka­rı­lı­yor.

So­ğuk­tan, has­ta­lık­tan, aç­lık­tan, ha­va­sız­lık­tan ço­ğu ço­cuk ve yaş­lı ol­mak üze­re yak­la­şık 20 bin Ahıs­ka­lı va­tan­daş va­gon­lar­da can ve­ri­yor.

Ölen­ler, Sov­yet as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan zer­re ih­ti­mam gös­te­ril­me­den, yol bo­yu boş çu­kur­la­ra atı­la­rak âde­ta kur­da ku­şa yem edi­li­yor. Sür­gü­nün se­be­bi ne?

SSCB’nin Tür­ki­ye ile sa­vaş­ma ih­ti­ma­li. “Siz sa­vaş­ta Tür­ki­ye’den ya­na ta­vır alır­sı­nız. Bu ne­den­le si­zi ge­çi­ci ola­rak sür­gün edi­yo­ruz” di­yor­lar.

Ge­çi­ci di­ye kan­dı­rı­lıp Ka­za­kis­tan, Kır­gı­zis­tan, Öz­be­kis­tan’a da­ğı­tı­lı­yor­lar.Sta­lin’in sa­va­şa gön­der­di­ği 40 bi­ne ya­kın Ahıs­ka­lı’dan “kah­ra­man­lık ma­dal­ya­la­rıy­la” yurt­la­rı­na dö­nen 15 bin ka­dar mu­ha­rip vi­ran ol­muş kim­se kal­ma­mış boş ev­le­ri gö­rün­ce şaş­kın­lık­tan de­li­ye dö­nü­yor­lar.Sta­lin’in ve­fa­sız­lı­ğı­na çıl­dı­ran bu Ahıs­ka­lı­lar ma­dal­ya­la­rı­nı par­ça­la­yıp ai­le­le­ri­ni bu­la­bil­mek için se­ne­ler­ce ora­dan ora­ya bey­hu­de do­laş­mış­lar...

Dr. Meh­met Be­yin ai­le­si de bu­gün­kü Öz­be­kis­tan sı­nır­la­rı için­de Fer­ga­na Va­di­si de­ni­len böl­ge­ye gön­de­ri­len­ler ara­sın­day­mış. Fa­kat bu in­san­lar bi­zim Ka­ra­de­niz­li­ler gi­bi ça­lış­kan. Git­tik­le­ri ye­ri der­hal imar edi­yor, ev ku­ru­yor, bağ bah­çe ya­pı­yor ha­ya­ta sa­rı­lı­yor­lar. Âde­ta çö­le git­se­ler çö­lü ma­mur ede­cek­ler. Ne var ki fit­ne­ye ve ha­in­li­ğe ça­lış­kan­lık kâr eder mi?

1989’da KGB’nin çı­kar­dı­ğı fit­ney­le bir kı­rı­ma da­ha uğ­ru­yor­lar. Kim­se­nin se­be­bi­ni an­la­ya­ma­dı­ğı bu ha­di­se­ler­de Öz­bek kis­ve­li ko­mü­nist­ler, ço­luk ço­cuk de­me­den bir­çok Ahıs­ka­lı­yı öl­dü­rüp ev­le­ri­ni ya­kıp yı­kı­yor­lar. Ta­bi­i ce­za yi­ne Ahıs­ka­lı­la­ra ke­si­li­yor. Ye­ni bir sür­gün...

Üs­te­lik bir­bir­le­riy­le ir­ti­bat­la­rı kal­ma­sın di­ye de üçer be­şer ai­le­ler ha­lin­de Azer­bay­can, Uk­ray­na ve Si­bir­ya’ya da­ğı­tı­lı­yor­lar.Yıl­lar son­ra ma­lûm SSCB de da­ğı­lı­yor. Bu dö­nem­de bir­çok yurt­ta­şı­mız gi­bi bun­lar da Tür­ki­ye’ye ge­li­yor. Ama ev yok, iş yok, im­kân yok. Bu ai­le­ye ev bul­duk da iş bul­ma te­la­şın­day­dık. Ta­bi­i bu dok­tor ol­du­ğu için kom­şu­la­rın­dan has­ta bir ço­cu­ğa te­da­vi uy­gu­lu­yor. So­nuç ve­rin­ce he­kim­li­ği bir an­da ma­hal­le­ye ya­yı­lı­yor. Ne bil­sin bu ta­nın­ma­nın ba­şı­na aça­ca­ğı işi? (De­va­mı ya­rın)N. Ay­do­ğan Ünal-İs­tan­bul

Ya­zış­ma ad­re­si: Tür­ki­ye Ga­ze­te­si İh­las Med­ya Pla­za 29 Ekim Cad­de­si, 34197 Ye­ni­bos­na/İs­tan­bul Faks: (0212) 454 31 00

Türkiye Gazetesi 10 Kasım 2008

Ahıskalılar, ilgisizlikten yakındı

BURSA (İHA) - Vatanlarından sürgün edilişlerini anmak için bir araya gelen Bursalı Ahıskalılar, ilgisizlikten yakındı.Barış Manço Kültür Merkezi'nde gerçekleşen törende konuşan Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, "Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Sizlere vatandaşım diyorum, çünkü bazılarınızın bildiği gibi ben de bir Ahıskalıyım. Bakanımız Faruk Çelik de uluslararası arenada sizler için mücadele veriyor. Sayın bakanımıza bu konuda bizim de destek olmamız gerekiyor ki, bu işlerde başarılı olalım. Sizlerin içinden ben bir belediye başkanı olarak çıktıysam, sizler de daha iyi işler yapabilirsiniz" dedi.Dünya genelinde 450 bin Ahıskalı olduğunu söyleyen Uluslararası Ahıska Sanatseverler Birliği Başkanı ve yazar Mircevat Ahıskalı, "64 yıl evvel hayvan vagonlarına doldurularak Kazakistan, Özbekistan ve Orta Asya ülkelerine sürgün edilen Ahıskalıların hala bir vatanları yok. Ata topraklarımızdan çok uzaklarda yaşıyoruz. Bunun zorluğunu biz biliyoruz. Bize her türlü şartın koşulduğu toprakta değil, atalarımızın kan döktüğü topraklarda yaşamak istiyoruz. Vatanın cehennemini bile gurbetin cennetine değişmeyiz" diye konuştu.Daha sonra söz alan Şaban Gülsu isimli Ahıskalı ise, "Burada çok büyük bir ilgisizlik var. Türkiye'de bize yabancı muamelesi yapıyorlar. Bunlar yetmezmiş gibi bir de burada oturma izni ve çalışma izni zorluklarıyla karşılaşmaktan çok büyük üzüntü duyuyoruz. Ağladığım için sizlerden özür dilerim. Eski günler aklıma geldi" diyerek sahneden indi.Şaban Gülsu'nun ağlayarak yaptığı konuma herkesi duygulandırdı. Şiir dinletileri, tiyatro oyunları ve dans gösterileriyle son bulan törende, başta yaşlılar olmak üzere birçok Ahıskalı göz yaşına hakim olamadı.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Bahadır Metan'ın Soy Ağacı

Bahadır Metehan'ın Soy Ağacı

Mehmet Metan Amcam ve Azgur Köyü Öğretmenleri


Yıl 1930 öğretmenler arasında Azgur Kasabası
Gençler Okulunun müdürü başında beyaz şapkalı Mehmet Metan Amcam (piknik zamanı)




Mehmet Metan Amcam (1906 Oşora- 1938 Azgur)

Bahadır Metan'ın Ailesi

Yıl 1937 babam Enver Metan Hamidoğlu bu resimden bir ay sonra Ahsıka Kalesi'nde Sovyetler birlğinin kurbanı olmuştur.Kale'de binlerce idam edilenlerin içinde onunda cesedi toplu mezarlığındadır.
Resimde sağda Bahadir babasının kucağında, yanında annesi Hediye Hanım,onun yanında Hasan Eniştemiz ve annemin bibisi kızı Seyda Hanım çocukları ile.

Bahadır Metan'ın Soy Ağacı

Bahadır Metehan'ın soy ağacı.
Not:Bu soy ağacının kökü babaannem (yukarıda ortada) Mümine-Çahal Hanım ve dedem Hamid Ağa'dan 7 si erkek 2 si bayan olarak 9 çocuktan gelen gelenektir yukarıda ki soy ağacı.

Ahıska'nın Azgur Köyü ve Sakinleri

1927 inci yılı Azgur kasabasında Gürcüstan'ın 6. yıl dönümünü kutlarken Azgur sakinleri

Not:Resimde ki altı yıldız Gürcistan Cumhuriyetinin altıncı yıl dönümünün simgesidir.
1927 inci sene Ahıska'nın Azgur köyünde çekilmiş olan Gürcistan Cumhuriyetinin altıncı yılı dolayısıyla toplanılımıştır (Kent Okulu öğrencileri ile Okul Müdürü Sayın Ali Mursakulovla)

Ahıska Pedagoji Lisesi

Ahıska pedagoji lisesini tamamlayan akrabamız sağ sütun en üstte Şöhret hala hala hayatta 90 yaşlarında beyi Mustafa amca ve kızı Gülüş hanımlar Bursa'da yaşıyorlar

Ahıskalı Bir Aile

Resimde:Ceazyir Ağa'nın kız kardeşi olan Möteber (Mötti) Kocası Şahbender Ağa.4 çocuk annesi Möteber Hanım genç ölünce çocuklar yetim kalmasın diye Cezayir Ağa Hırtıs'a gidip Mehbup Hanımı getirip Şahbender Ağa'ya nikahlar.Bunlardan 3 çocuk;Hediye,Remziye ve oğlu Tofik dünyaya geldiler.
Not:Möteber Hanım'ın 4 çocuğu erkek olduğu için dördüncüsünden sonra kız olsun diye yukarıdaki resimdeki çocuğa kız elbisesi giydirmiştirler.

1912inci sene de kız elbisesi giyen erkek çocuk Rasim 20inci yıllardan sonra Türkiye'de imiş.Ne güzel olur ki onlardan birine ulaşabilsek.

Yıl 1941 Aspindza

Yıl 1941 Aspindza. Ortada Oşoralı Zodogilin Ahmet Aspinzade Okul müdürü, sağında ve solundakiler bayan Gürcü öğretmenler. Anser amcam ve Hasan eniştem, Seide halamın kocası Azeri, önünde oğlu Tevfik. Tevfik Gence’de yaşıyor. Bu resimden 16 gün sonra Alman savaşı patlak verdi. Erkeklerden ikisi hariç hiçbiri savaştan kurtulamadı. Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun. İşte bu resim savaştan ve sürgünden önceki barış ve mutluluk içindeki yaşam tarzımızı gösteriyor.

Ahıska Ziyareti

1974 senesi 30 yıl aradan sonra Ahıska ziyaretim (arkamda Katolig Kilisesi)

Ortaokul Bitirme Belgesi


1944-1954 yılları arası Kazakistan'ın Çimkent oblasti Sayram rayonundaki onuncu sınıfı bitirmiş sınıf arkadaşlarım ve öğretmenlerimle(sağ sütunda en üstten ikinci)



Resimde Ben Bahadır Metan ,ortaokulu bitirdikten sonra çekilen resmim

Azpindza Ziyareti

30 yıl aradan sonra 1974'te doğum yerim olan Azpindza'ya yeniden gelişim gözyaşları ile hasretim sona erdi.

Varzya Kayalıkları

1974'te 30 yıl sürgün yıllarından sonra Öbekistan'dan Ahıska'ya ilk gelişim (Varzya ziyareti)

Varzya Sığınakları

1974'te Ahıska ziyaretinde Aspindza kazasının Hırtıs köyü yakınındaki Gürcistan'ın tarihi mekanı olan Varzya

Bahadır Metan Millet Vekili

Özbekitan'da Zafer Bayramı 1974
(O sırada MilletVekili olan Bahadır Metehan arkada soldan ikinci)

Oşora Köy Camisi

Oşora Camisinin yanında çekilen resim

Bahadır Metan Ahıska'lılar ile

Orta Asya'dan gelen Ahıska'lıları memleketlerini ziyaret ediyor.(sol başta Bahadır Metehan misafirleri gezdiriyor)

Bahadır Metan Mesai Arkadaşları ile

Bahadır Metehan Özbekistan'da inşaat yönetmenliği yaptığı sırada mesai arkadaşları ile birlikte.

(Resimde oturanlardan sağ taraftan ikinci.)

21 Kasım 2008 Cuma

Ahıska sürgünlerinden Osman Dayı


AHISKALILAR, SÜRGÜNLERLE VE BASKIYLA YOK EDİLMEYE ÇALIŞILDI

Stalin döneminde Ahıskalı Türkler ile birlikte bazı Gürcüler ve yöneticilerde sürgüne gönderildi.

Yıl 1952. Stalin döneminin gazabına uğrayan yöneticilerden birisi Gürcistan Kompartisi Merkez Komu Birinci sekreteri Kandit Çarkviani. 1937-1952yılları arasında görev yaptığı Gürcistan'dan, Ahıskalı Türklerin yanına Özbekistan'a sürgüne gönderildi. Burada Taşkent 32 numaralı kuruluş tresti başkarmasına başkan tayin edildi. Daha sonra ise 1957 yılında Moskova Kremlinin verdiği bir karar ile Beraat etti ve Gürcistan 'a geri döndü. Tiflis 'te Gürcistan Devlet Ekonomi Enstitüsü'nde Rektör olarak görevlendirildi.

Bazı Ahıskalı kardeşlerimiz vatana dönme konusunda ümidini yitirmişler, Artık biz vatanımıza dönemeyiz yaşadığımız yerleri vatan edinelim diye karar vermişler. Buna rağmen milletimiz büyük çoğunluğu yaşlısı genciyle Öz vatanımıza dönebileceğimiz inancını taşımaktadır. Mukaddes inancını kaybetmeyen Ahıskalılar er veya geç vatanlarına döneceklerdir. Bizler vatanı görecek ve orada yaşama hakkına sahip olacağız. Bu böyle sürmeyecek. Bütün dünyanın değiştiği günümüzde bize vatan kapıları açılacaktır. Vatan özlemiyle yanan Ahıskalılar sonunda öz yurtlarına döneceklerdir. Kimse ümidini kaybetmesin.

Ahıska'da yaşanan zulümler ve sürgünlerle ilgili olarak Osman Dayının hikayesini anlatacağım. Stalin döneminde sürgün edilen K.N.Çarkviani, Osman Dayı, Murteza dayı ve Bahadır Metanlar 1952-57-60'larda 32 numaralı kuruluş trestinde birlikte çalıştılar.

Osman dayının hikayesi 1943 yılında başlıyor. Gürcistan'dan Sovyetler Birliği Ali Sovyetine Milletvekili adaylığına seçilecek seçmenler mitinginde vekaletini Adigön Rayonu okul müdürü Osman Mazmanov yapıyor. Osman dayı tek aday Kandit Nestaroviç Çarkvianiye oy verilmesini teklif ediyor.
Bir yıl sonra yani 1944 yılında ise tüm Ahıska bölgesindeki müslümanlarAhıska Türkleri olarak Orta Asya ve Kazakistan'a sürgün ediliyor. Aradan yıllar geçiyor. Yıl 1952. Stalin döneminin gazabına uğrayan yöneticilerden birisi Gürcistan Kompartisi Merkez Komu Birinci sekreteri Kandit Çarkviani. 1937-1952 yılları arasında görev yaptığı Gürcistan'dan, Ahıskalı Türklerin yanına Özbekistana sürgüne gönderildi. Burada Taşkent 32 numaralı kuruluş tresti başkarmasına başkan tayin ediliyor. Bu sırada Osman dayı ile Çarkviani görüşüyorlar. Bu görüşmede eski hatıralar canlanıyor. 1943 yılında Osman dayının Adigöndeki desteği hatırlanıyor. Çarkviani vefakarlık göstererek Osman dayıyı başkan yardımcısı tayin ederek birlikte çalışmaya başlıyorlar. Murteza dayıda Taşkentte Osman dayı ile birlikte çalışıyor. Daha sonra ise 1957 yılında Moskova Kremlinin verdiği bir karar ile Çarkviani beraat etti ve Gürcistan'a geri döndü.

Moskova Kremlin kararıyla 1952'den 1957'ye kadar Özbekistan'da sürgünde bulunan K.N.Çarkviani Gürcistan'a dönüş sevincini paylaşmak için evinde bir banket verdi. Bankette hazır olanlar içinde Osman dayıda bulunuyordu. Bankette bulunanlara hitaben bir konuşma yapan Kandit Nesteroviç ikinci kat apartmanlarında kapıları karşı karşıya yaşayan Osman dayı ve ailesiyle samimi dostluklar yaşadıklarını ve birlikte çalıştıklarını söyleyerek mutluluğunu ifade ederek , Osman dayı ve ailesi ile birlikte tüm Ahıskalıların vatanlarına dönmelerini çok arzu ettiğini söyler. Bu sırada bankette bulunan ve Moskova'dan gelen iki oğlundan birisi sözünü bölerek : " Baba o zamanlar Gürcistan'ın birinci derecede yöneticisi sen değilmiydin. Senin imzanla gerçekleşmedimi bu olay. Sen istersen durduramazmıydın bu aksiyayı." der. Çarkviani bu itirazı üzerine oğluna şu açıklamayı yapar. " Maalesef yok yavrum. Ben ne yapabilirdim ki. Kararı Moskova Kremlin Politbürosu vermişti. Stalinin imzasıyla gelen bu emre uymak zorundaydık. Biz sadece emir altındaydık. Başka bir şey yapamazdık. Bu karar Moskovanın büyük hatası idi. Stalin'in ölümünden sonra 1956'da Sovyetler Birliği Büyük Millet Meclisi 1944'te haksız olarak sürülenlere anavatanlarına dönebilmeleri için beraat kararı verdi. Sürgündekilerin çoğunluğu vatanlarına döndü ve dönüyarlar. Ahıskalılarda bu haksız sürgünden kurtulacaktır. Şu anda ben belli bir yaştayım. Olurki Ahıskalılar vatanlarına dönme konusunda yardıma ihtiyaç duyarlarsa benim size babalık vasiyetim elinizden geldiği kadar yardımcı olun."

Daha sonraki yıllarda ise böyle bir yardımı kendisinden gördük. 1986 yılında Gürcistan'ın Haşur rayonuna dönen bir kaç Ahıskalı ailenin yerleşmesine bizzat kendisi yardımcı oldu. Bizde ona bu yardımından dolayı teşekkürde bulunduk.

k.
Osman Dayı ile Murteza Dayının yaşantılarını takip ediyorum. K.N. Çarkviani 1957'de Gürcistan'a Tiflis'e döndü ve yaşantısını burada önemli görevlerde bulunarak geçirdi. Sibirya kampından beraat eden Murteza dayı ile 1958'den 1960'a kadar Osman dayı yönetiminde inşaat işlerine devam ettik. 1960'da Murteza Dayı Azerbaycan'a Gence şehrine geri döndü. Alüminyum fabrikasında inşaat işlerinde başmühendis olarak çalıştı. Özbekistan'da ilk olarak 49 yaşında evlendi. Osman Dayının bacısı kızı Sitare hanımla evlenen Murteza dayı çoluk çocuk sahibi oldu ve 1979 yılında Gence'de vefat etti. Sitare hanım, oğlu Natik, gelini kızım Sevda, torunu Nadir 2000 senesinde Türkiye'ye temelli olarak taşındılar. Şimdi Bursa şehrinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Damadım Natik bey Türkiye'de ki Cezayirağa'nm oğlu Mehmet amcasının ailesi ile samimi akrabalık ilişkisini sürdürüyor.
Ankara'da ikamet eden Ahmet Amca 1967 yılında Özbekistan'da sürgünde bulunan kardeşleri Murteza ve Gülbaton hanıma aile resimleri ve mektuplar yollamıştı. Bu resimlerden birisinde Ahmet amca, eşi Ruhibe Hanım, çocukları Öner, Tuğrul ve Semra ile birlikte bulunuyordu.

Ankara'da ikamet eden Ahmet Amca, kardeşine yolladığı resimlerden birisinde eşi Ruhibe Hanım, çocukları Öner, Tuğrul ve Semra ile birlikte

1984 yılında ben ve ailem Özbekistan'dan Gürcistan'a Haşur rayonuna döndük ve yerleştik. 1986'da bu bölgeye birkaç Ahıskalı aile daha geldi. Ancak yerli hükümet bu durum karşısında sorun çıkardı. Bunun üzerine bende Ahıskalılara yardım konusunda söz veren ve Özbekistan'dan Tiflis'e dönen Çarkviani'yi araştırdım.Kendisi Tiflis'te Gürcistan Devlet Ekonomi Enstitüsü'nde Rektör olarak çalışıyormuş. Bende onu ziyarete gidip durumu anlatmak istedim. Ancak kapıdaki sekreter hanım bizi kabul edemeyeceğini söyledi. Akşama yapılacak bir toplantıya katılacağını ve bu sebeple hazırlık yaptığını söyledi. Sekretere, Çarkviani beye Özbekistan'daki tanıdıklarından selam getirdiğimi söylemesini istedim. Çarkviani bey bunu duyunca bizi hemen kabul etti. Odası çok genişti. Bizi oturtup konuşmaya başladı. Bende ona Osman dayının resmini ve Çarkviani'nin imzalayıp Osman dayıya verdiği 1957 tarihli raporu gösterdim. O daha resme bakmadan "Osman sağ mı?" diye sordu." Evet, size selamları var" dedim. Kandit Nesteroviç çok memnun kalarak nasıl yardımcı olabileceğini sordu. Ben kendimin hiçbir sorunu olmadığını ama maalesef benden sonra 1986'da gelen Ahıskalı ailelerin yerli hükümete yerleşme sorunları olduğunu söyledim. Çarkviani bey hemen telefona sarılarak "Bana bakan Ceperidze'yi bağlayın"dedi. Ama bakan Ceperidze yurtdışında olduğundan yardımcısına bağladılar. Çarkviani bakan yardımcısıyla görüştükten sonra Murman Haşur Belediye başkanına onun adına telefon açarak yeni gelen tüm Ahıskalı ailelere yardımcı olmasını istedi.

Biz teşekkür ederek müsaade istedik. Çarkviani bizi uğurlarken Ahıskalılara kapılarının her zaman açık olduğunu söyledi. Tiflis'ten Haşur'a dönene kadar Haşur Emniyet müdürlüğü Ahıskalıların pasaport işlemlerine başlamıştı bile. 1970'te Ankara'dan Ahmet Amca kardeşi Sisina Halaya Moskova Büyükelçiliği vasıtasıyla davetiye vizesi gönderdi. İşlemler bitince KGB görevlisi Gani Bey benimle görüşerek Sisina halanın Türkiye'ye tek başına gidemeyeceğini ve benim onunla beraber gitmem gerektiğini söyledi. Ben çok şaşırmıştım ve hemen kabul ettim. Ama Gani bey" Türkiye'de SSCB'yi hiç bir şekilde kötülemeyeceksin ve geri dönüncede Türkiye'yi övmeyeceksin" deyince ben gitmekten vazgeçtim. Gani bey bunun üzerine konuyu hemen kapadı ve Sisina Halayı Türkiye'ye göndermedi.

1980 yılında Türkiye'ye giden Ahıskalı Halid Bey, Sisina Halanın kardeşi Ahmet Beyin adresini aldı ve orada kendisini bularak görüştü. Ahmet Amca Halid Bey ve arkadaşlarını misafir etti. Halid Bey geri döndüğünde Sisina Halaya kardeşi Ahmet amcadan selam ve babası Cezayir Ağa ile büyük kardeşi Mehmet Beylerin ölüm haberlerini getirdi. Daha sonra 1984 yılında Türkiye'ye
giden Halid Bey bu seferde Ahmet Amcanın ölüm haberiyle bizleri üzdü. Böylece ömürlerinin büyük bölümünü çileyle geçiren bu kardeşler özlem ve hasretle bu fani dünyayı terk ettiler.
Rusya'da kalan Murteza dayı ve Sisina halanın çocukları 1997 ve 2000 yıllarında Türkiye'ye göç ederek Bursa şehrine yerleştiler. Türkiye'de ki Mehmet Amcanın yadigarları ile buluşarak samimi görüşmeler yaptılar. İnşaallah bunların şimdiki amaçları Ankara'da ki Ahmet Amca'nın yadigarlarını bulup görüşebilmektir. Böylece aralarında uzun yıllar ayrı kalmanın oluşturduğu yabancılık ortadan kalkacaktır.



Ben 1934 Aspinza Oşora köyü doğumlu Bahadır Metan Enveroğlu, 1992'de Sarp ve Posof gözü sınır kapıları açılınca Türkiye'ye turist olarak geldim.önce Kars Digor bölgesindeki arkabalarımla görüştüm. Sonrada Bursa'da yaşayan Nusret Amcanın oğlu Ali Metan'la görüştüm. Ama ikinci oğlu Erdinç Beyle görüşemedim.
Ankara ziyaretimde ise bibilerim Kebire ve Nazire'lerle sağ vakitlerinde buluştum. Orada beni Bülent Beyle tanıştırdılar. Orada kaldığım gece beni Ahmet Amcanın oğlu Ömer Bey'le tanıştırmak için onu davet ettiler. Öner Hoca beni kırmayarak daveti kabul etti. Öner Hocaya Rusya'dan getirdiğim akrabalarının fotoğraflarını ve onların yazdıkları mektupları verdim ve selamlarını ilettim. Bir dahaki gelişimde damadım Natik Beyi de getireceğime söz verdim. Onlarda çok memnun olacaklarını söylediler.
1995'te damadım Natik Beyle İstanbul ve Ankara'ya uğradık. Ama maalesef Natik Bey Öner Hoca ile görüşemedi. Çünkü ona ulaşamadık. Şimdi hepsi Türkiye'de yaşıyorlar ancak birbirlerinden habersiz. Kendi akrabalarım ile birlikte Türkiye'de yaşayan birbirinden habersiz Ah işkalı akrabaların buluşmalarını arzu ediyor ve bunun için gayret ediyorum. Artık sınırlarda açıldı şimdi buluşmanın tam zamanı. İnşaallah birbirinden kopuk aileler birbirine kavuşurlar..

Sınırlar bir zaman demir pencereler gibiydi.. Kan, yaş, ağlayan akrabalar.. Ayrılık, hasret..
Sınırlar şimdi açıldı. Engeller azda olsa ortadan kalktı. İnanç köprüsü kuruldu. Şimdi artık akrabaların buluşma ve kavuşma zamanı.. Biraz gayretle Ahıskalılar yeniden biraraya gelebilir.. Vatanlarına kavuşabilirler.. İNŞAALLAH...

Şeyh Şamil Kimdir?



Şeyh Şamil (1797 - 1871)

ıÜüİmam Şamil 1797 yılında Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyaya geldi. Babası bölgenin yerli halklarından Avar Türklerine mensup Dengau Muhammed’dir. 15 yaşında iken at binerek kılıç kuşandı. 20 yaşına geldiğinde iki metreyi aşan boyu ile atlama, ateş etme, güreş, koşu, kılıç gibi spor dallarında üstün yetenek sahibi olmuştu.
Öğrenimine bilgin Said Harekani’nin yanında başladı. Daha sonra kayınpederi olan Nakşibendi Şeyhi Cemaleddin Gazi Kumuki’nin öğrencisi oldu. Kendinden önce İmamet makamında bulunan Gazi Muhammed ve Hamzat Beg’in müşavirliğini yaptı. Son derece sade ve kanaatkar bir hayatı vardı.
İmam Şamil, muhtelif zamanlarda beş defa evlenmiş ve bu izdivaçların bazıları dini ve siyasi sebeplerle olmuştu. Şamil’in Fatimat, Cevheret, Zahidet, Emine ve Şovanat ismindeki zevcelerinden Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Şefi, Cemaleddin ve Muhammed Kamil isimli altı oğlu ile Fatimat, Nafisat, Necabat, Bahu-Mesedu ve Safiyat isimli beş kızı oldu.
Şamil, İmam yani devlet başkanı seçildikten sonra ilk iş olarak iç işlerini ele aldı. Ruslara karşı daha etkili savaşmak için lüzumlu idari ve askeri teşkilatları yeni esaslara göre tanzim etti. Bir taraftan askeri tedbirler alıp düşmana karşı savunma savaşları verirken, diğer taraftan da muntazam adli ve idari sivil bir devlet mekanizması geliştirmiş, medreselerde eğitime önem verdirmiş, fikir ve sanat alanında da büyük adımlar atılmasını sağlamıştır. Döneminde tophaneler, baruthaneler, silahhaneler yapılmış, muntazam birlikler halinde askeri teşkilat kurulmuştur.
Güçlü hitabeti, kararlı tutumu ve askeri dehasıyla büyük başarılar kazanmış, ünü kısa zamanda yayılarak, otoritesi Dağıstan civarında yaşayan geniş topluluklar tarafından kabul edilmiştir.
İmam Şamil, idare sistemini yeniden düzenlerken, ülkeyi naiplik ve vilayetlere ayırarak bunların başına hem askeri hem de sivil yetkilerle donatılmış naipleri getirdi. Üç veya dört naiplik bir vilayet idi. Vilayetlerin başındaki naibin rütbesi daha yüksekti.
Ayrıca, her biri birer savaş kahramanı olan bu yüksek rütbeli naiplerden Ahverdil Muhammed, Kabet Muhammed, Şuayıb Molla, Taşof Hacı, Danyal Sultan, Nur Muhammed, Hitinav Musa, Sadullah, Duba Hacı, Hacı Murat ve Şamil’in büyük oğlu Muhammed Gazi, gazavat’ın adı anılması gereken başlıca kahramanları oldular.



Şamil imam seçildiği 1834 yılından 1859 yılına kadar Rusya’nın büyüklüğü ve kudretine rağmen yılmadan mücadeleyi sürdürdü. Kendinden önceki iki imamın döneminde de fiilen 10 yıl savaşlara iştirak ettiğinden durup dinlenmeden cihad ettiği süre tam 35 yılı bulmuştur. Bu süre zarfında Rus kuvvetlerine büyük zayiatlar vermiş ancak kısıtlı sayıdaki asker sayısı da günden güne erimiştir. 1839’da Ahulgo Tepesinde 3.000 mürid ile General Grabbe komutasındaki 10.000’i aşkın üstün donanımlı Rus ordusunun kuşatmasına 80 gün süreyle direnişi harp tarihine geçmiştir. Şamil bu savaşta eşi Cevheret’i, oğlu Said’i ve kızkardeşi Mesedo’yu kaybetmiş, 8 yaşındaki oğlu Cemaleddin’i Ruslara rehin vermek zorunda kalmıştır.
Bu dehşet verici savaşlarda sadece insan kaybı olmadı. Ruslar, ancak aylar süren savaşlar sonunda işgal edebildikleri bölgelerde, ağaçları, ormanları yakıp, bir tek canlı yaratık bırakmadan ilerlerdiler.
Savaşlara iştirak eden Rus komutanlarından Milyutin, 80 gün devam eden Ahulgo savaşı hakkında hatıratında şu satırlara yer verir; "Artık muharebenin sevk ve idaresi kumandanların elinden büsbütün çıkmıştı. Hiddetlerinden köpürmüş, adeta çıldırmış bir hale gelen dağlılar, ulu orta askerlerimizin üzerine saldırıyor, süngü ucunda can verinceye kadar dövüşüyorlardı. Kadınlar bile kendilerini kudurmuş gibi müdafaa ettiler ve silahsız oldukları halde sıra sıra süngülerimizin üzerine atıldılar. Lakin muvaffakiyet için her türlü fedakarlığı göze almış olan Rus kumandanlığı inatla taarruzlara devam etti. Teslim olmayı katiyyen reddeden dağlılar, hiçbir ümitleri kalmadığı halde kahramanca dövüştüler. Kadınlar, çocuklar ellerindeki kamalarla Ruslara hücum ediyor, süngülerin önünde göz kırpmadan can veriyorlardı. Bazıları ise kendilerini ve çocuklarını korkunç uçurumlara atıyorlardı. Yaralılar bile inanılmaz şekilde dövüşüyordu."
Dost ülkelerden hiçbir yardım göremeyen İmam Şamil’in, nihayet elindeki bütün kuvvet kaynakları tükenir ve 1859’un 6 Eylül’ünde Gunip’te Prens Baryatinsky komutasındaki 70.000 kişilik Rus ordusuna, yanında birkaç yüz kişi kalıncaya kadar direndikten sonra teslim olur.
İmam Şamil, aile efradı ve 40 kadar adamı Petersburg’a Çar’ın sarayına götürülür. Rus Çarı II.Aleksandr tarafından sarayın kapısında hayrete düşülecek derecede nazik karşılanır. Çar, babası 1.Nikola’ya ve ihtişamlı ordularına tam otuzbeş yıl Kafkasya’yı zindan eden, zamanının bu en büyük kahramanını karşısında görür görmez, yüzünden ve sakalından hayranlıkla öpmekten kendini alıkoyamaz.
İmam Şamil bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kaluga’ya gönderilir.
Ancak Şamil ve ailesine esaret çok ağır gelir. İki yıl içinde Şamil’in simsiyah saçları beyazlar. Büyük kızı Nafisat ile gelini Muhammed Gazi’nin karısı Kerimet üzüntüden vereme yakalanarak ölürler.
Aradan ancak on yıl geçtikten sonra Çar, onun Hac’ca gitmesine izin verir. Ancak bir tedbir olarak oğlu Muhammed Şefi’yi alıkoyar ve Hacc’ı ifa ettikten sonra derhal Rusya’ya dönmesini şart koşar.
Şamil, 1870 yılında maiyetindeki adamları ile birlikte Rusya’dan ayrılarak önce İstanbul’a uğrar. Sultan Abdülaziz tarafından karşılanarak sarayda ağırlanır. Şamil’in İstanbul’a uğradığı haberi duyulduğunda şehirde yer yerinden oynamış, halk bu büyük kahramanı görebilmek için saray kapılarına akın etmişti.
Şamil, aşkına düştüğü son menzile bir an evvel varmak için Sultan’ın kendisine tahsis ettiği gemi ile yola koyulur. Cidde limanında Mekke Emiri, şehrin ileri gelenleri ve mahşeri bir kalabalık tarafından törenlerle karşılanarak Mekke’de Şürefa dairesinde misafir edilir.
Hac sırasında orada bulunduğunu duyan, dünyanın dört bir yanından gelmiş yaklaşık yüzbin müslümanın onu görmek için yarattığı izdiham sonucu, hükümet makamları İmam Şamil’i Kabe’nin üstüne çıkarmak suretiyle bu hayran kalabalığın arzusunu tatmin edebildi.
Şamil, hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine’ye geçer. Medine günlerinde son derece takatten düşer, çektiği büyük ızdırap artık tahammül edilmez bir hal alır ve hastalanarak yatağa düşer.
Bütün hayatını ülkesinin milli bağımsızlığına adayan, askeri dehasını bütün dünyaya ve bizzat ebedi düşmanı Rus yüksek makamlarına dahi kabul ettiren, adını dünya tarihine "gelmiş geçmiş en büyük gerilla lideri" olarak yazdıran İmam Şamil 4 Şubat 1871’de 74 yaşında iken hayata gözlerini yumar.



Köşeli Dayı ile Röportaj

Köşeli Dayı ile röportaj
(ayrıntılı bilgi için yazılarıma bakınız)

Pogos Ağanın Vefatı ve Komşularımız

Yine samimi komşularımızdan birisi olanPogos ağa ve eşi Elene hala, oğulları Şota, Volodya gelini ve torunu Maya. Biz yaşadığımız yerlyerde komşularımızla çok samimiydik. Resimde elimde Pogos ağanın vefatı nedeniyle elimde portresi ile taziyeye gitmiştim.

Kukura Haçidze,Komşularımız

Bu resimde Özbekistan’dan Gürcistan’a Haşur Rayonuna göç ettiğimizde ev alıp yerleşinceye kadar bizi kendi evinde harçsız masrafsız ağırlayan Kukura Haçidze ile iki aileyle beraberiz. Onlarla da diğer komşularımız gibi çok samimi yaşadık.

Zivyad Gamsahurdıya ile Birlikte

1984-1997 arası 13 sene Vatanım Ahıska özlemiyle Gürcistanda yaşadığımız günlerden bir resim. Bağımsız Gürcistan Birinci cumhurbaşkanı Zivyad Gamsahurdıya (ortada) ile ben ve kızlarımdan Leyla ile Ahıskalıların vatanlarına dönmeleri konusunda görüşürken.

Gürcistan Birinci Cumhurbaşkanı olacak Zivyad Gamsahırdıya ile kalabalık bir tohlantıda Ahıskalılar konusuna değinerek meselemizi anlatırken, üniversite öğrencisi bir genç kızın vatan Ahıska’ya dönme konusunda ateşli itirazlarda bulunup sert konuşması beni ve Leylayı çok üzdü. Bende sabır etmeden “ Gamsahurdıyaya Zivyed Konistantinoviç niye izin veriyorsun böyle provokasyon çıkışlara, Ahıskalıları böyle mi anlatıyorlar millete” deyince, o da bana “ Bahadır pust govaryat (koy söylesinler) söz erkinliği varya “ diyerek susturdu.
“Çak çak başını yorar, değirmen işini görer.” Ahıskalılar uyumuyorlar. Hak yolunu bulacak diye ümidi kesmiyorlar. Vatana dönmek konusunda çalışıyorlar. Hayatta çekilen dertlerin içinde en ağırı vatan derdidir. Çünkü vatansız hiç bir şey olmaz. Vatansız insanın ne yüzü güler, ne işi yürer, hiç bir şey olmaz.

Hasret Toplantıları

Nerede üç-beş Ahıskalının başı bir araya gelse ilk mesele vatan konusu olmuştur. Bu resimlerde 1981 yılnıda çekilmiş Ahıskalıların hasret toplantılarından.

Yıl 1981 Akkorgan Özbekistan

Yıl 1981 Akkorgan Özbekistan. Resimde sürgünde yaşayan Ahıskalıların bir kaçı. İşte bu insanlardan çoğu vatan özlemiyle ah vah ile ömürlerini geçirdiler. Ne vatanı ne de Türkiye’yi göremeden gidenlerde var.

1963-1968 Üniversite Resim Tablosu

1944-1954 yıllarında Kazakistan Sayram rayonu.1954-1984 yıllarında Özbekistan Akkorgan rayonu. Yukarıdaki resimde Taşkent Devlet Ped. Enstitüsü bitirmiş olanların venetkası (Tablosu). Yukarıda ortada Bahadır Metan Sınıf rehberi.

Bahadır Metan Enveroğlu Kimdir?

Bahadır Metan ENVEROĞLU kimdir?


Tarih yazmak tarih yapmaktan zordur derler. Tarihi bir de bizzat yaşayan insanlardan dinlemek ve anlamaya çalışmak ise apayrı bir olaydır. Günümüzde yakın tarihin olaylarına bizzat şahit olmuş halen yaşamaya devam eden bir çok insan bulunmaktadır.Bu insanlardan birisi de Bahadır Metan Enveroğlu’dur. Bahadır Metan’ın hayatını kısa ve öz bir şekilde sizler ile paylaşmaya çalışacağım.

Bahadır Metan Enveroğlu 15.06.1934 yılında Gürcistan’ın Ahıska Bölgesininde (Aspindza Reyonunda) dünyaya gelmiştir. Annesi Hediye Hanım , babası Enver Metan Bey’dir. Annesi ,babası, kız kardeşi Bilor Hanım ve ailenin en yaşlı üyesi babaanne Mümine Hanım Gürcistan’ın Ahıska Bölgesinde 1944 Sürgününe kadar birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamışlardır.Ancak mutlu aile tablosu onlar için pek uzun sürmeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın babası Enver Bey, annesi Hediye Hanım ve ortada Bahadır Metan.

1937 yılında Aspindza’da yaşayan ve Aspindza Eğitim Müdürlü’ğünde çalışan Bahadır Metan’ın babası Enver Bey’in evinin kapısı birgün hükümet görevlileri tarafından çalınır.Kapıyı açan Hediye Hanıma kocası Enver Bey’i sorarlar.Hediye Hanım da Enver Bey’in evde olduğunu,İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde yapılacak olan toplantıya hazırlandığını ve kahvaltı yapmak üzere olduklarını söyler, görevlileri kahvaltıya buyur eder. Görevliler eve girmeyeceklerini söylerler. Görevlilerin geldiğini duyan Enver Bey onları hiç bekletmeden kapıya doğru ilerler. Daha sonra görevlilerden biri Enver Bey'in kulağına birşeyler fısıldar.Enver Bey Hanımı Hediye Hanım'a ‘ben birazdan dönerim’ diyerek görevliler ile birlikte gider.Bu ayrılıştan sonra Enver Bey bir daha evine hiç dönemeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ahmediye Camisi ve Medresesi şu andaki görünüşü


Ahıska Kalesi içinde 1749’da inşa edilen Ahmediye Camisi ve Medresesi bulunmaktadır. Bir zamanlar Ahmediye Medresesinde birçok İslam Alimi yetişmiştir. Bolşevik Rejiminde hükümet görevlileri tarafından yakalanan bu masum insanlar bu cami ve medreseye doldurulmuştur. Burada toplanan insanlar çeşitli işkencelere maruz kalmışlar,kimileri Sibirya’ya sürgüne gönderilmiş kimileri de şehit edilmişlerdir. Binlerce insan haksız yere Sovyet Rejimini kurbanı olmuştur. Bahadır Metan’ın babası da bu medresede hükümet görevlileri tarafından şehit edilmiştir. Bahadır Metan henüz daha üç yaşındadır ve tüm bu olup bitenlerden habersizdir.



Bahadır Metan'ın Arşivinden
Enver Bey'in Rus Dilinde Yazılmış Beraat Belgesi

Ne acıdır ki Babadır Metan’ın babası Enver Bey’in suçsuzluğu yıllar sonra mahkeme tarafından kanıtlanmış ve suçsuz olduğuna dair beraati verilmiştir. Ancak bu gecikmiş karar şehit edilen Enver Bey’in ve ailesinin acılarını hafifletmeye yetmemiştir.

Tüm bu yaşanan olaylardan sonra üç yaşında öksüz kalan Bahadır Metan ailesi ile birlikte kendi köyleri olan Oşora’ya geri dönmüştür. Annesi Hediye Hanım altı aylık kız kardeşine hamile iken evin tüm sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bahadır Metan 1941 yılında Oşora Mektebinde okumaya başlamıştır . O ve ailesi bundan sonra huzurlu bir hayat sürmeyi umut ediyorlardı ki bu sefer de 1944 sürgün faciası ile karşılaşacaklardı.

1944 de savaş Rusların lehine dönmeye başlamıştı. Kızıl Ordu 1944 yılı Kasım ayının 14 ünü 15 ine bağlayan gece iki yüz civarında Ahıska Köyünü basarak herkesi evlerinden dışarı çıkarmışlardı. ‘Almanlar gelip burayı bombalayacaklar, sizleri daha güvenli yerlere götüreceğiz, savaş bittikten sonra hemen yuvalarınıza döneceksiniz’ diye köylüleri kandırdılar. Herkesi Ağalık Bahçesi diye anılan meydanda topladılar. Uzun bir süre kendilerini götürecek arabaları beklediler. Nihayetinde toplanan insanları Amerikan Studabekir arabalarıyla tren istasyonuna götürürüler.Bu masum Ahıska Türklerini istasyonda bekleyen boş hayvan vagonlarına doldururlar. Böylelikle Ahıska Türklerinin meçhule yolculuğu başlamış oldu.

Yola çıkanların çoğu yaşlı,hasta,savaştan dönen yaralılar, kadın ve çocuklardı. Ruslar her istasyonda yemek ve ekmek vereceklerini söylemişlerdi. Ancak mevsimin kış olması nedeni ile alınan ekmek ve yemekler anında donuyordu. Öyle ki ekmekler balta ile kesilip dağıtılıyordu.

Ruslar her istasyonda mola anında vagonları tek tek dolaşarak hasta ve ölü olup olmadığını soruyorlar, ölenleri alıp götürüyorlar. Aileler bu durumda hasta ve ölüleri çarşaflara sararak gelen askerlere ‘yok’ cevabını veriyorlardı. Trenin ilk durduğu istasyonda gizli bir şekilde kazma ve kürek olmadan ölenleri kendi elleri ile gömüyorlardı.

Yirmi beş otuz gün hastalık,açlık ve sefalet içerisinde devam eden bu meçhul yolculuk (sürgün) sonunda ardında büyük kayıplar bırakarak sona ermiştir. Bahadır Metan tüm bu olayları henüz on bir yaşındayken yaşamış küçük bir çocuktur. Burada ancak bir kısmını sizlere aktarabildiğimiz yaşanan olaylar Bahadır Metan’ın hayatında unutulmaz ve derin izler bırakmıştır.

Gece yarısı Kazakistan’ın Çimkent vilayeti Sayram Rayonu Çernovodski (Karasu) Demir Yolu İstasyonuna gelen trenin vagon kapıları açılmaya başlanmıştır. Askerler gelen emirle herkesi vagondan apar topar aşağıya indirmeye başladılar. Evlerinden bazı ev eşyalarını getirebilenler ve getiremeyenler grup grup toplanmışlardı. İstasyonda kendilerini almaya gelecek olan öküz ve at arabalarını beklemeye başladılar. Mevsim kıştı ve hava oldukça soğuktu. Ertesi sabah beklenen arabalar gelebilmişti. Aileler çeşitli yerlere yerleştirilmek üzere arabalara bindirilirler.

Diğer Ahıskalı Aileler gibi Bahadır Metan ve ailesi de halkı Müslüman olan bir yere yerleştirilmişti. Yaşlılar ezan okuyup namaz kılarak bundan sonra aradıkları huzuru bulmak amacıyla Allah’a dua ettiler. Yerli halk yeni gelen misafirlerine sevgi ve ilgi ile yaklaştı. Bahadır Metan ve Ailesi buraya alışmakta zorluk çekmedi. Böylelikle Bahadır Metan’ın hayatında yeni bir sayfa açılmış oldu.

Burada Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon Bahadır Metan ve ailesini nüfusa kayıt ettiler. Çalışacak durumda olanlar Kolhoz (Kolektif Hocalık ) da çalışacaktır, okul yaşındakiler ise mektebe gidecektir.

Ardından yine Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon kendilerine yiyecek yardımında bulunur ve ekin ekmek için arazi verirler.

Acı günlerinin hatırası elbette hafızalardan kolay kolay silinmeyecektir. Ancak yine de Ahıskalılar vatanları olmadan hayatlarını gurbette şükran duyguları içerisinde devam ettirmeyi öğreneceklerdir.

Bahadır Metan 1944-1954 yılları arasında Kazakistan’da orta okulunu tamamlamıştır. Daha sonra tahsiline devam etmek için ailesi birlikte Özbekistan’a göç etmiştir. Tabi bu göç hiç de kolay olmamıştır. 1956’ya kadar onlara bir kazadan ikinci bir kazaya gitmek yasaktı. Özbekistan’a bu yüzden gizli ve kaçak olarak gitmişlerdir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ortaokul sonunda Bahadır Metan'ın çekilen bir fotografı


Bahadır Metan 1958 yılında Taşkent Endüstriyel Teknik Lisesinin inşaat fakültesini tamamlayıp Yeniyol, Çinaz, Akkorgan Rayonlarında 1984 yılına kadar inşaat yönetmeni olarak görev yapmıştır.

Bahadır Metan inşaat fakültesinin yanında iki üniversite daha bitirmiştir.

1963-1968 yılları arasında Taşkent Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesini bitirerek,
gece okulundan (Lala Mektebi) Tarih Coğrafya ve Hukuk alanında öğretmenlik yapmıştır.

Tarih Fakültesinde okurken eş zamanlı olarak 1960- 1966 yılları arasında Taşkent Uluslararası İlişkiler Halk Üniversitesi Gece bölümünde Uluslararası İlişkiler eğitimi almıştır.

Daha sonra Sovyetler Birliği çapında Bilim Cemiyeti Taşkent Şubesinde faaliyette bulunmuştur.

Tüm bu parlak eğitim ve iş kariyerinden sonra Bahadır Metan yaşadığı hayat tecrübelerini ve vatan hasreti ile dolu duygularını geniş halk kitlelerine aktarmak amacıyla devlet yönetiminde görev almıştır. 1970 - 1980 yılları arasında Özbekistan'ın Akkorgan Rayonunda Milletvekilliği ve aynı zamanda Belediye Başkan yardımcılığı yapmıştır.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan Milletvekili iken çekilen fotografı, Özbekistan


Bahadır Metan’ın hiç bitmeyen vatan özlemi onun içini kemirip durmaktaydı. En sonunda Gürcistan’ın Ahıska’ya 70 km uzağında bulunan Haşur Rayonuna ailecek göç etmiştir. Burada 13 sene Rusya’nın Roztov Şehri Haşur Şubesi Podşibnik Bilya fabrikasında baş mühendis olarak çalışmaya devam etmiştir.Böylelikle doğduğu, çocukluğunun geçtiği ve akrabalarının yaşadığı toprakları bir kez daha görme şansına sahip olmuştur.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın doğum yeri olan Aspindza Rayonunu ziyareti


1992 yılında Türkiye ile Gümrük sınır kapıları artık açılmıştır. Bahadır Metan birkaç defa Türkiye’ye turist olarak gidip gelmiştir. Türkiye’de akrabalarını arayıp onların çoğu ile buluşup kaynaşmıştır. Nihayetinde 1997 yılında Türkiye’ye ailesi ile birlikte kalıcı olarak gelmiştir.

Şu an ailesi ile birlikte Bursa’da yaşamaktadır. Emekli ve iki çocuk babasıdır. Çocukları Taşkent Devlet Üniversitesi mezunudurlar. İkisi de şu an Bursa’da müzik öğretmeni olarak çalışmaktadır. Bahadır Metan’ın eşi Medeiyet Hanım ise 40 sene Özbekistan’da Özbek Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak orta okulda ders vermiştir. Şu an eşi de emeklidir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın Türkiye'deki akrabaları ile buluşmasında çekilen bir fotograf

Bahadır Metan bu duygular ile hayata, vatanına ve akrabalarına gönülden bağlı bir insan. Bu uğurda çeşitli derneklere üye olmuş, onlara öncülük etmiş, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmıştır. Hayatını kendinden sonra gelecek olanlara ışık olmaya adamıştır, ilerleyen yaşı bu kutsal görevi yerine getirmesine mani olamamıştır halen mücadelesine devam etmektedir.


Bahadır Metan'ın çalışma masasında çekilen bir fotografı

Bahadır Metan yetmiş beş yıllık yaşadığı hüzünlü,sevinçli ve mutlu günlerini inançla, gururla ve şükran ile anıyor.

Bahadır Metan’ın hayatını ve hatıralarını burada anlatmaya ne kelimelerimiz yeter ne de zamanımız. Yetmiş beş yıllık dolu dolu geçen bir hayat dile kolay geliyor.

Bir milletin vatanı için verdiği bu mücadeleyi okudukça ve gördükçe vatanımızın kıymetini daha iyi anlıyoruz. Atalarımız da vatanımız için benzeri mücadeleler vermişlerdir. Bugün bir vatana sahip isek bunun Atalarımızın yapmış olduğu fedakarlıklar neticesinde olduğunu unutmamalıyız . En az atalarımız kadar vatanımıza sahip çıkmalıyız. Yaşanan olaylardan ve tarihten ibret almalıyız.

Özhan GÜRSOY,31.01.2009 BURSA