25 Aralık 2008 Perşembe

Akrabaların Buluşması


Resimde oturanlar; Sisina Hala (sağda), Murteza Dayı (Ayakta sağda) ,Ben Bahadır Metan,
Alıko (1939 Finlandiya Savaşı'nda şehit olan babası Gülağa, Annesi Makbule Hanım Almata sürgününde gece lambanın patlaması ile hayatını kaybetmiştir.Bunlar annemin bibisinin torunlarıdır.)ve eşi Balahanım ve Revşan.1943-1956 13 senelik Sibirya Kampı'ndan beraat eden Murtaza Dayı ana yurdu Azgur'da değil kız kardeşi Sisina Hanım ile Özbekistan'da buluştu.

21 Aralık 2008 Pazar

Kim Kimi Arıyor ?

Parçalanmış Aileler; Bir Dedenin Torunları

Benim kimsenin soyunu araştırmak haddim değil. Benim şecerem, benim öyküm bana yeterdi aslında. Ahıska Türkleri mal mülk, şan ve şöhret fakiri insanlar değildir. Ancak akrabalık bağlarını devam ettirme konusunda oldukça fakirdir.

Bu durum beni her zaman üzmüştür. Bu yüzden akrabalarımı araştırmayı ve onlar ile tekrar kaynaşmayı kendime bir borç olarak görüyorum.

Bir dedenin torunları olarak akrabalarımı araştırmak hem benim kendi isteğim hem de rahmetli Abdullah Amcamın vasiyetlerinden birisidir. Rahmetli Murteza Dayım da aynı fikirdeydi.

Yazdığım yazılar hemen hemen üç kuşağı; dedelerimizi, babalarımızı, kendimizi ve torunlarımızı kapsıyor.

Yazdıklarım arasında bazı yanlışlıklar ve eksiklikler olabilir. Okuyucularımdan bu konuda beni bağışlamalarını diliyorum. Düzeltebileceğimiz ve ilave edebileceğimiz konular olursa da
benim ile irtibata geçilmesini rica ediyorum.

Parçalanmışlığı ve vatansızlığı yaşayan biz Ahıska Türkleri olarak, sizlerin de benim ile paylaşacağınız duygu ve düşünceleriniz olabilir. Bu konuda sizlerden gelecek her türlü mesajı samimiyet ile bekliyorum.

Geçmişlerimiz ruhları rahat olsun.

Sizleri saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Bahadır Metan ENVEROĞLU
BURSA, 24.12.2008


Resimde Bahadır Metan, Annesi Hediye Hanım, Eşi Medeniyet Hanım, Kızları Sevda ve Leyla


Azerbeycan Bakü, Abdullah Amcamın Oğlu


Doç.Dr. Fikret Metan, Hanımı ile Birlikte
Baku, Azerbeycan


Azerbeycan Bakü, Abdullah Amcamın Oğlu


Fuat Bey, Safiye Hanım ve Çocukları Elmar ve Lale ile Birlikte


Özbekistan,Taşkent


Resimde; Damat Namıkoğlu Ahmet Bey, Eşi Yeğenim Halide Hanım,
Çocukları Adil, Firuze, Saide ile Birlikte

Özbekistan, Taşkent'ten Misafir Namık Bey


Resimde; Sağdan sola küçük çocuk torunum Nadir, Ben Bahadır Metan, Yaşar Bey, Yaşar Bey'in Taşkentteki Abisi Namık Bey, Yaşar Bey'in Oğlu Bahadır, Bahadır Bey'in eşi Venera ve Damadım Natik Bey, Bursa

Vatansızlıktan Param Parça Aileler


Yıl 1988 Gürcistan yaşamımda Taşkent'ten gelen Azgurlu Namık Bey'in
oğlu Ahmet Bey, oğlu Adil ve Azerbeycan'dan gelen Cezayirağan'nın torunu Murteza Amca'nın oğlu damadım Natık Bey ve Ben Bahadır Metan, Gürcistan


Özbekistan, Almalık


Resimde ; Kız kardeşim Billur Hanım (ortada örtülü) ve yeğenlerim ve Hasibe'nin eşi sayın Casim Bey (televizyonun yanında beyaz gömlekli)

Özbekistan, Almalık


Resimde; Yeğenim Şakir Bey, Binalıoğlunun Düğünü


Amerika'daki Akrabalarım


Resimde; Azgurda 1930 larda okul müdürü olan Mehmet Metan Amcamın torunları
Başta Nezire Fazıl Kızı Matanova (sağda yeşil giysili)

Hacı Halay Amcam


Resimde; Akrabalarımızdan Hacı Halay Amca, Hacı Rukiye Ablam, torunlarıyla,
ben Bahadır Metan ve Kızım Sevda, Bursa

Armoni Müzik Merkezi


Resimde; Bursa Armoni Müzik Merkezi
Müdür Murat Kara Hoca,kızı,damadı ve öğretmenler
Sağda Sevda, solda Leyla ve bir öğrenci,Bursa


Cezayirağa'nın Rusya'da Kalan Torunları Amerika'da

RESİMDE

Oturanlar:Cezayir Ağa'nın kızı Sisina Hanım ,Sisina Hanım'ın kızı öğretmen Fazilet Hanım(ortada).Kızı öğretmen Nazira Hanım(sağda)ve yeğeni Larisa Hanım(solda).

Ayakta:Fazilet Hanım'ın oğulları Eldar, Bahtiyar ve gelinleri Elmira ve Asiya Hanım'lar.

Cezayirağa'nın Torunları ve Damatları


Resimde; Cezayirağa'nın oğlu Mehmet Amcamın kızları ve damatları
Mustafa Bey, Tuncer Bey ve Halis Beyler (İSTANBUL)


Amca Oğullarının Buluşması


Resimde; Cezayirağan'nın oğlu Mehmet Beyin kızı Kamile Hanım, oğlu Yaşar Bey
Rusya'da kalan Murteza Amcanın oğlu Natık Bey ile Buluşması
Arkada Kamile Hanımın Eşi Tuncer Bey (solda gözlüklü),
Bahadır Metan ve Sayın Teyzemiz (İSTANBUL)

Sünnet Düğünü, Mudanya, Bursa


Resimde; Cezayirağa'nın oğlu Mehmet Amcanın Yadigarları
Memhet Amcamın kızları, Kamile Hanım, Yeter Hanım
Sünnet Düğünü sebebi ile Onur , Abisi Çağın
Ben Bahadır Metan ve kızım Leyla

Hala,Dayı Kızları Buluşması, Bursa 2008


Resimde; Türkiye'deki Mehmet Amcamın kızları Kamile Hanım, Yeter Hanım, Songül Hanım
Rusya'dan gelip Bursa'ya yerleşen öz halaları
Cezayirağa'nın kızı Sisina Halalarının kızları Medeniyet ve Adalet Hanım ve amcaoğlu damadım Natik Beyler ile Kaynaşma.

İçlerinde ben Bahadır Metan, kızlarım Leyla masa yanında oturan
ikinci kızım Sevda,Yeter Hanım ile sarmaş dolaş
tablonun önünde ise Natik'in oğlu ( yani torunum ) Nadir,Bursa


Natik Bey'in Ankara'da bulunan Ahmet Amcasının Azerbeycan'da bulunan kardeşi Murteza Bey'e (Natik Beyin Babası) ve kız kardeşi Sisina ( Gülbaton) Hanıma gözyaşlarıyla yolladığı samimi mektup ve fotograflar Natik Bey'i çok etkilemiştir.

Bu olaydan sonra Natik Bey akrabalarına daha düşkün hale geldi.
2000 yılında Natik Bey ailesi ile Bursa'ya taşındı.
Bu tarihten sonra özellikle amcasının oğullarını bulup onlar ile kaynaşma ümidini taşımaktadır.

Natik Bey'in arzularından biri de başta Ahmet Amcasının oğlu Öner Hoca olmak üzere görüşemediği tüm akrabaları ile buluşmaktır.

Böylelikle akrabalık bağları kopmuş, parçalanmış aileler tekrar bir araya gelecek, geçmişimizi ve nereden geldiğimizi bizden sonraki nesillerimize de aktarabileceğiz.

16 Aralık 2008 Salı

1930 lu Yıllarda Rusya ve Ahıska


Resimde. Cezayirağa'nın Rusya'da kalan oğlu Murtaza Bey (ortada ayakla) Sanktpetesburg üniversitesi öğrencisi.



Resimde, Cezayirağa'nın oğlu Murtaza Bey üniversiteden mezun olduktan sonra Bakü Bakanlığı'nda görev yaptığı 1939-43 yıllannda arkadaşlarıyla. (sol baştaki)

2. Dünya Savaşı sırasında KGB tarafından yurtdışında akrabaları olanlar gözaltına alınıyordu.
1930'lu yıllarda Rusya kaynıyor. Rus olmayanlardan aşırı korku içinde bulunan Devlet KGB vasıtasıyla halkı sindirmek için devamlı zulüm yapıyordu. Bundan en çok etkilenenler de Müslüman olmaları nedeniyle Türk toplumuydu. Bizler de Ahıska bölgesinde yasayan Müslüman Türkler olarak çok sıkıntılar çektik. Rus yönetimi bir yandan dini inançları yok etmeye çalışırken diğer yandan da milliyetçilik yaparak başta Türkler olmak üzere Rus olmayanlara hiç rahat yüzü göstermediler.

Yurt dışına yasadışı yollardan nasıl geçtiler. Bu kaçışları kimler organize ediyor gibi sorgulamalarla baskılar yapıldığı 1936 yılında Azğur.

Gora Dibi Meydanı denilen bir yerde bütün Azğur halkı Rus askerler tarafından toplanıyor. Halkın gözü önünde ayakları ata bağlanmış bir halde Mustafa isimli bir Ahıskalı sürüklenerek parçalanıyor. Cesedi halkın önüne getirilip bırakılıyor. Rus yetkililer bu kişinin yurtdışına insan kaçırmayı organize ettiğini iddia ederek cezalandırdıklarını söylüyorlar. Bundan sonra da yurtdışına kaçarken yakalanacaklar ile bunu organize edenlerin aynı akıbete uğrayacaklarını söylenerek halka korku veriliyorlar.

Yıl 1943 Süleyman adlı birisi gözaltına almıyor. KGB'nin sorgusundan sonra Azğur'da mağazada çalışan Canogilin Mecid'i tutukladılar. (Cezayirağa'nın eniştesi benim de kayınpederim olur) Mecidağa'ya diyorlar ki "Azerbaycan'a Bakü'ye gideceksin, kayınbiraderin Murteza ile görüşeceksin. Sınırdan geçenlerin kimler olduğunu ve sınırdan geçme işini kimlerin organize ettiğini öğreneceksin. Bize bu bilgileri getirirsen seni serbest bırakırız."

İstihbarat görevlilerinin serbest bıraktığı Mecidağa Bakü'ye gelerek kayınbiraderi Murteza Dayı ile görüşür. Buradaki Kız Kalesi yanındaki parkta oturup başbaşa rahat konuşurlar. Fakat onlara farkettirmeden bir KGB ajanı konuşmaları dinler ve merkeze bildirir. O gece Mecidağa ve Murtaza Dayı bir odada sabaha kadar bu konuyu konuşurlar. Murteza dayım "1933'ten 1939'a kadar benim hiç bir şeyden haberim yoktu. Babam üç defa beni Türkiye'ye götürmek için adam göndermişti ama ben gitmedim." diyor. Mecidağa'da "Murteza sen hiç üzülme Naziler Moskova'nın göbeğine kadar geldiler. Stalingrad bomba yağmurunda. Sovyetler Birliği sallanıyor. Bir şeyler olacak ama ne olacağını bilemiyorum." diye konuşur. Sabah oluncada Murteza Dayım eniştesi Mecidağa'yı Bakü-Tiflis trenine bindirerek yolcu ediyor. Evine dönüncede kendisini bekleyen KGB ajanlarınca tutuklanarak Tiflis Kalesi Cezaevine konuluyor.

Daha sonra Trende yolculuk yapan Mecidağa da yolu kesilerek trenden indirilip Tiflis Kalesine başka bir odaya hapsediliyor. Meğer Murteza Dayının yatak odasında ki konuşmalarda KGB tarafından dinlenmiş. İkisini birbirlerinden habersiz olarak sorguya çekiyorlar. Çeşitli işkencelere uğratılan bu insanlardan istedikleri gibi bir bilgiye sahip olamayan Ruslar, bu kez de Sisina Halamı gözaltına alıp aynı yerde başka bir odaya hapsediyorlar. (Mecidağa'nın eşi, Murteza dayının kızkardeşi benimde kayın validem olur) Daha sonra Sisina Halanın kaldığı odaya bir Azeri kızını "suçlu" olarak atarlar. Daha sonra bilgi almak için görevli bir ajan olduğu anlaşılan bu kız, üstü başı yırtık yüzünde yara izleriyle sanki dövülmüş gibi bir halde bulunuyor. Azeri kızının yanına gelen Sisina Hala, kızı yerden kaldırarak soruyor, ''Kızım nedir bu halin. Seni de mi benim gibi suçsuz yere buraya attılar.'' diyor. Kız da '' Evet hala hiç sorma ya seni?'' der.Halam da. ''Kızım iki de bir bana Baban ve kardeşlerinin Türkiye'ye geçmelerini kim organize etti. Kim, kim ?'' diye sorup duruyorlar. '' Ben nereden bileyim kim. Ben onlara diyorum ki, 1936'da Azğur'da bizim evin az ötesinde "Gora Dibi" meydanında tüm Azğur halkını toplayıp gözleri önünde Mustafa isminde birisinin ayaklarını ata bağlı şekilde parcalanıncaya kadar sürüyüp "Kim bundan böyle adam geçirmeyi organize ederse böyle olacak " dediler. '' Benim bütün görüp bildiğim bu diyorum anlamıyorlar. 40 gündür buradayım. Yemeden içmeden yaşamaya çalışıyorum kızım." diye anlatır bu ajan olduğunu bilmediği kıza başından geçenleri.

40 gün sonra Sisina Halayı serbest bırakmaya karar verirler. Önce kocası Mecidağa ile görüştürürler. Mecidağa gördüğü işkencelerden şuursuz bir şekilde "Onlar Öteye geçerken ben onların eniştesi değildim diyorum. Onlarda yalan konuşuyorsun diye beni döverek ve işkencelerle bu hale soktular. Bedenimde sağlam yerim kalmadı. Buradan sağ çıkma şansım yok. Hiç olmazsa sen bildiklerini doğru anlat da çık buradan çocuklarımız öksüz kalmasın." diye konuşuyor. Sisina Hala konuşmaya başlayınca sorgu yapan kişi yanlarına gelir. Sisina Hala " Mecit onlar giderken biz daha nişanlıydık sen bunu unuttun mu. " diyerek görevliye döner," Sen kocamı bağışla. Hepten aklını kaybetmiş. Hiç bir şey hatırlamıyor. Affedin de çocuklarımıza gidelim." der. Ancak görevli sadece Halamı serbest bırakarak '' burada olan biteni sakın kimseye anlatma '' diye tembihliyor.

Aç ve susuz geçen 40 gün sonra evine dönen Sisina Halayı çocukları dahi tanıyamıyor. Çok zayıf ve bitkin bir hale gelmişti. Bu sırada Murteza Dayım da sorgusunda diyor ki '' Benden istediğiniz nedir. Ne biliyorsam söyledim ya. Babam beni Türkiye'ye götürmek için adam gönderdi ben gitmedim, suçum bumu yoksa '' Uzun süre işkence gördükten sonda Mecidağa ve Murteza Dayı Sibirya'ya sürgüne gönderiliyorlar.

Stalin'in ölümünden sonra Moskova'nın Yüksek Mahkemesi kararıyla 1956'da Murteza Dayı beraat ederek evine yollanıyor. Sözde evine dönüyor ama geride bir şey kalmamış. Özbekistan'da sürgünde bulunan kırkardeşi Sisina Halanın yaşadığı Taşkent vilayeti, Akkurgan rayonu Alim kent kasabasına gider. Hayatını burada sürdürür. 49 yaşma gelen dayım burada evlenir ve çocukları olur.



Cezağirağa'nın oğlu Murteza Dayı 13 sene Sibirya Kampında kaldıktan sonra beraat etmiştir. Geri döndüğünde vatanı Ahıska'yı maalesef bulamayacaktır.
Bu hadiseden sonra Özbekistan'da sürgünde bulunan kız kardeşi Sisina (Bahadır Metan'ın kayınvalidesi) Teyze ile buluşacaktır. Resimde Murteza Dayıyı ve Sisina Teyzeyi görmektesiniz.



Resimde oturanlar; Sisina Hala (sağda), Murteza Dayı (Ayakta sağda) ,Ben Bahadır Metan,Alıko (1939 Finlandya Savaşında şehit olan babası Gülağa, Annesi Makbule Hanım Almata sürgününde gece lambanın patlaması ile helak olmuştur.Bunlar annemin bibisinin torunlarıdır.)ve eşi Balahanım ve Revşan.



Cezayırağa nın oğlu Murteza, eşi Sitare Hanım çocukları Natik.Rafik.Nadir ve Naile ile birlikte

Ömrü Rus Zulmü ile Geçen Murteza, hayata ancak 49 yaşında başlayabildi.


Murteza Dayı 1943'ten 1956'ya kadar Sibirya Kamplarında Yaşadı.


Murtaza dayı Sibirya kampında ortada bulunmaktadır.



Murtaza Dayı, ömrünün en güzel yıllarını Sibirya'da sürgün hayatı yaşayarak geçiriyor. Burada kendisine Geyikler, Geyik arabaları ve kızakları arkadaşlık ediyor.


Murteza Dayı 1956'da Beraat Ediyor (sağda)


Resimde Cezayirağa'nın oğlu Murtaza Dayı, beraat ettikten sonra Sibirya kampındaki iş arkadaşıyla vedalaşıyor.

Suçsuz yere yıllarca ceza gören Murteza Dayı sonunda özgürlüğüne kavuşuyor. Yanda Rus Mahkemesinin beraat kararı. Sibirya'dan ayrılan Murtaza Dayı yeni bir hayata adım atıyor.



(Üstte) Gence'ye gelerek normal hayata başlayan Murtaza Dayı Mühendis olduğu yıllarda.

Samimi Bir Türk İşadamı Gazete İlanı İle Türkiye'de Cezayir Ağayı Arıyor

Sibirya kampından sonra normal hayata dönen Murteza Dayıyı güzel günler bekliyordu. Kendi yurdunda olmasa da yine bizim yurdumuz sayılan Azerbaycan'da arkadaşının yardımı ile bir fabrikada Mühendisliğe başlar. Burada evlenir ve ailesi olur. Bundan sonra akrabalar arasında yavaş yavaş irtibatlar kurulmaya başlanır. 1956'da Sibirya kampından dönerken Murteza Dayı bir Türk işadamı ile tanışıyor, ikisi de Türk olduktan için hemen kaynaşırlar. Murteza Dayı, samimiyetine inandığı bu Türk işadamına ailesiyle ilgili gizli bilgileri anlatır. Babası Cezayirağa ile kardeşleri Ahmet ile Mehmet'in Türkiye'de yaşadıklarını ve onları bulup kendisinden haber vermesini istiyor. Babası ve kardeşlerini bulunca da kendisine durumlarıyla ilgili haber yollamasını ister.

Gerçekten iyiniyetli ve samimi olan bu Türk işadamı, Türkiye'ye döndükten sonra Cezayirağa ile çocuklarını arar. Bulamayınca da belki bir gören olur ümidiyle gazeteye ilan verir. Cezayirağa'yı tanıyanlardan birisi bu ilanı görerek hemen haber verir. O sırada Digor'da yaşayan ve oğlundan haber alan Cezayirağa sevinçten gözyaşlarına boğulur. '' Oğlum Mehmedimin 8 kızından sonra 9. erkek doğuşu ve benim ona Murteza Yaşar ismini vermem uğur getirdi. Murtezamın haberi geldi. Allahıma şükürler olsun..''

1965 yılında ki gelişmeler neticesinde Türkiye ile Rusya arasında yumuşama olur ve iki ülke arasında yavaş yavaş ilişkiler başlar. Turizm, Posta hizmetleri ve alışveriş gibi faaliyetlerin başlamasıyla, Rusya ile Türkiye arasında ki bölünmüş aileler irtibat kurmaya başlar. Bu yıllarda Murteza Dayıya, Sisina Halaya kardeşi Ahmet Bey'den mektuplar yollanır. Aileler arası mektuplaşmalar başlar. Birbirlerine resimler yollanır. Türkiye'den Rusya'ya gidenler vasıtasıyla da yeni haberler ve selamlar ulaştırılır.











Resimde Cezayirağa'nın oğlu Ahmet ile Murteza'nın birbirlerine yazdıkları mektuplardan örnekler. Karşılıklı mektuplaşma ile aileler birbirlerinden haberdar olabilirdiler.

Bahadır Metan 75 Yaşında ve Tek Gayesi Aileleri Buluşturmak

1970 yılında Ankara'dan Ahmet Amca, kardeşi Sisina Halaya Moskova Büyükelçiliği vasıtasıyla davetiye vizesi gönderir. İşlemler bitince KGB görevlisi Gani Bey benimle görüşerek Sisina Halanın Türkiye'ye tek başına gidemeyeceğini ve benim onunla beraber gitmem gerektiğini söyledi. Ben bu teklife çok şaşırmıştım hemen kabul ettim. Ancak Gani Bey bana çeşitli şartlar koydu. " Türkiye'de SSCB'yi hiç bir şekilde kötülemeyeceksin ve geri dönünce de Türkiye'yi övmeyeceksin" Bunun üzerine ben gitmekten vazgeçtim. Gani Bey de konuyu kapadı.


KGB Sisina Halayı Türkiye'ye göndermedi. 1980'de Türkiye'ye giden Ahıskalı Halitbek Ahmet Beyin adresini alarak kendisini bulup görüştü. Ahmet Amca Halitbek ve arkadaşlarını misafir etti. Halitbek geri döndüğünde Sisina Halaya kardeşi Ahmet'ten selam ve babası Cezayirağa ve büyük kardeşi Mehmet'in ölüm haberlerini getirir. 1984'te tekrar Türkiye'ye gitme imkanı bulan Halitbek, bu seferde Ahmet amcanın ölüm haberini getirerek bizleri üzdü.Böylece kardeşler özlem ve hasret içerisinde bu fani dünyayı terk ettiler. Rusya'da kalan Murtaza dayı ile Sisina Halanın çocukları 1997 ve 2000 yıllarında Türkiye'ye göç ederek Bursa'ya yerleştiler. Türkiye'de ki Mehmet Amcanın yadigarları ile buluşarak samimi görüşmelere devam ediyorlar. İnşaallah şimdi bunlar Ankara'da ki Ahmet Amcanın yadigarlarını bulup görüşmeye çalışıyor, işte o zaman yeniden akrabalık bağları kurulmuş olacak.


Bu satırların yazarı olan ben Bahadır Metan Enveroğlu, 1992'de Sarp ve sonradan Posof gözü sınır kapıları açılınca ilk olarak Türkiye'ye turist olarak geldim. Önce Kars Digor bölgesindeki akrabalarımı bulup görüştüm. Sonra da Bursa'da yaşayan Nusret Amcamın oğlu Ali Metan ile 4 saat kadar görüştüm. Diğer oğlu Erdinç ile görüşemedim. Ankara ziyaretimde ise bibilerim Kebire ve Nazirelerle sağ iken görüştüm. Orada Bülent Beyle tanıştım. Orada kaldığım gece Ahmet Amcanın oğlu Öner Bey'le tanıştırdılar. Öner Bey beni kırmayarak daveti kabul etti. Öner Beye Rusya'dan getirdiğim akraba fotoğrafları ve mektupları gösterdim. Selamlarını da ilettim. Bir daha ki gelişimde damadım Natik Beyi de getireceğimi söyledim. Natik Bey ötede kalan Murtaza Amcanın oğludur. 1995'te Natik Bey ile İstanbul'a gelmek nasib oldu. Ankara'ya geldiğimizde ise Öner Hoca ile görüşmek kısmet olmadı. Ona ulaşamadık. Şimdi bu üç amcaoğulları Türkiye'de buluşturmak istiyorum. Bununla birlikte uzak-yakm akrabalarımla birlikte birbirinden ayn düşmüş Ahıskalı Türklerin de kavuşması için uğraşıyorum. Ayrı düşmüş dedesi bir aileleri buluşturmak en büyük maksadım. İnşaallah bir gün gelir herkes yakınlarını bulup kavuşur.

Sınırlar bir zaman demir pencereler gibi
Kan ve gözyaşıyla ağlayan akrabalar..
Sınırlar açıldı, inanç köprüsü kuruldu
Artık akrabaların kavuşma vakti geldi


Bahadır AHISKALI
BURSA

Ahıskalı Cezayir Ağa ve Seyfettin Efendinin Yaşam Mücadelesi

Cezayirağa'nın Şeceresi

Geçmiş Olan Daha Gelecektir, Gelecek Olan İse Buradadır
Gerçek İnsanların Gerçek Hikayesi

Dedeleri Bir Olanların Torunları Birbirine Yabancı Kalmasının Nedeni Nerede ?
Daha onbir yaşındayken Ailemle Sürgün Olayını Yaşadım

" Alman savaş uçakları bugün veya yarın buraları da bombalayacaklar. Sizleri buradan daha güvenli yerlere götüreceğiz. Savaş bitince hemen yuvalarınıza, evlerinize geri döneceksiniz." diyerek kandırılan toplam 220 köye yakın Ahıskalı Müslüman aile çoluk çocuk, yaşlı genç, savaştan dönen yaralı ve sakat demeden hayvanların taşındığı vagonlara doldurularak trenlerle sürgüne gönderildiler. Yaklaşık 20-25 günlük tren yolculuğu gece gündüz durmadan devam etti. Orta Asya ve Kazakistan çöllerine sürülenlerin yanısıra Alman savaşında Almanlara esir düşenlerin aileleri de Sibirya kamplarına sürüldüler.

Bu sürgün olayını ben daha 11 yaşındayken ailemle birlikte yaşadım. Sürgünlük söylerken çok kolay telafuz ediliyor. Bir de sürgünü yaşayandan ne demek olduğunu dinlediğinizde, acı, ızdırap ve gözyaşıyla dolu günler geceler, ayrılıklar ve parçalanmalar olduğunu anlayabilirsiniz. (Bu konuda çok yazılar yazılmış ve yazılacaktır da...)



Benim sizlere aktaracağım bu olaylar Ahıska bölgesinde yaşanmış gerçek bir hayat hikayesidir. Sürgünden önce Cezayirağa ve Azğur'da kalan annesi Naile Nine (vefatı 1937), eşi Zübeyde Hanım (vefatı 1933), kızı Gülbaton (Sisina 1909 Azğur doğumlu, vefatı 1984 Özbekistan Taşkent vilayeti. Akkorgan rayonu Alimkent kasabası) ve Rusya'da kalan oğlu Murteza (1910 Azğur doğumlu 1979'da Azerbaycan'ın Gence şehrinde vefat etmiştir. Bunların başıma gelenler.. Neler neler ve daha neler..

Cezayirağa'nın Rusya'da Ekim ihtilalinden sonra Azğur yaşamı biraz farklıydı, zenginliği yeterli, çoluk çocukları, akraba ve tanış biliş çevresi geniş bir yaşam sürdürmüştür. Ama bazı sıkıntılarıda yok değildi. Bazı kıskanç insanlar tarafından tarladaki ekinleri yakılmış, bağ ve bahçelerindeki ağaçların büyük bir bölümü kesilerek zarara uğratılmıştı. Böyle olumsuz davranışların verdiği sıkıntılar nedeniyle Cezayirağa ailesi ile birlikte Ahıska şehrine taşınıyor. Burada bir kahve ocağı açarak çalıştırmaya başlıyor. Dayı bibi çocukları olan Seyfeddin Efendi ile de burada dükkanları bulunuyor. Alışverişle de uğraşıyorlar.

Rusya'da ihtilalden sonra 1918-1922 yılları arasında iç savaşlar patlak veriyor. Bu savaşların nedeni Bolşevikler ile Menşeviklerin anlaşmazlıklarıydı. Bu sıralarda bir kaç Ahıskah Müslüman köylerine düşen toplar (bombalar) nedeniyle soykırım tehlikesinden endişe eden halk panik halde köylerini terk ederek ormanlara kaçtılar. Birkaç Azğurlu ailede Cezayirağa'nın Ahıska'da ki evine sığınmışlardı.

Aylarca süren bu sıkıntılı durum barış anlaşmasıyla sona erdi. Kaçan aileler köylerine, evlerine geri döndüler. Terk edilen evlerden bazıları ise yağmalanmışlardı. Bazı köy ve evlerde ise mübarek inekler doğum yapmış memelerinden sütler akıyor, tavuklar yumurtlamış ve kümesler yumurtalarla dolup taşmıştı.
İşte böyle insanoğlunun başına neler neler gelebiliyormuş.
Yukarıda anlatılan olayların detaylarını İndusali Tüti ninem ve Musa dedemden dinlemiştim.

Yıl 1926-1928 arasıydı. Sovyet hükümeti Kolhoz ve Sovhoz (kollektiv ve sovyet tüzüğü) sistemini yürürlüğe koydu. Bu sistemle kişilerin özel mülk sahibi olması yasaklandı. Şahıslara ait bütün özel mülklere Sovyet Hükümeti tarafından el konuldu. Mülk sahiplerininde büyük bir bölümü Ruslar da dahil Sibirya kamplarına sürgüne gönderilerek mahkum edildi. Bu insanlardan büyük bir bölümü sürgün sırasında hayatlarını kaybettiler.

Bu uygulamalardan Cezayirağa ile Seyfeddin Efendi de zarar görenlerdendi. Bu iki insanda mallarına el konularak Sibirya kamplarında mahkum edildiler. Bir buçuk yıl kadar sürgün yaşayan iki dost, bir görevlinin yardımı ile Sibirya'da ki sürgün kampından kaçtılar. Çok güç şartlarda ve sefaletli bir şekilde yapılan yolculuktan sonra bir gece vakti Azğur'daki evlerine ulaştılar. Cezayirağa sabaha karşı geldiği evinin penceresine yavaşça vurarak ev halkını uyandırmak istiyor. Ramazan ayı olması münasebetiyle zaten kızı Sisina (Gülbaton) sahur yemeği hazırlamaya kalkmış ve sacda bazlama pişirecekmiş. Pencere tıklamasını duyan Sisina perde arasından bakınca babasını görmesiyle birlikte koşarak kapıyı açmış. Bu arada heyecan ve sevinçten " Babam geldi, babacığım " diye yüksek sesle bağırıyor. Babası da " Kızım sus, sus kimseler duymasın ben kamptan kaçtım geldim. Çabuk eve girelim" diyerek eve girerler. Evdekiler sevinç gözyaşlarıyla babalarına sarılıyorlar ancak bu fazla uzun sürmüyor. Bu 10-15 dakikalık kısa görüşmeden sonra Cezayirağa cebinden bir pırlanta yüzük ve bir çift küpe çıkararak "Kızımcan bu sana benden, Ben buralardan uzaklaşmak zorundayım. Türkiye'ye gidiyorum. Arkadaşlarım beni kapıda bekliyorlar. Şimdi gidiyorum ama hiç üzülmeyin en kısa sürede geri dönüp sizleride buradan kurtaracağım. " diyerek ev halkıyla vedalaşır.

Cezayirağa (1872 Hırtız -1964 Kars) tek başına , Seyfeddin Efendi ise tüm ailesiyle (eşi Hacer Hanım, oğullan Alaaddin, Nusreddin, kızları Kebire ve Nazire hanımlar) Süleyman adındaki bir Azğur'lunun aracılığı ile Azğur'dan Kobeze yoluyla Blordza'yı geçip Türkiye'ye geçtiler.

Türkiye'de bir süre kaldıktan sonra Cezayirağa Azğur'da kalan aile fertlerini teker teker yanına getirebilmek için harekete geçer. Güvendiği birisine ailesinin adresini vererek memleketine gönderir. Bu kişiyede şu tembihte bulunur. '' Azğur'da çarşı kahvesine gidersin. Kahveciye söyle ki ben Azğurlu Hacıgilin Mecidağa'nın misafiriyim. Beni onların evine götürmeye yardımcı olurmusun de. Orada sana yardımcı olurlar.'' Mecidağaya herşeyi anlatırsın, iş biter. Aracı kişi Azğur'a gider ve çarşı kahvesini bulur. Kahveciye olan biteni anlatır. Hikayeyi dinleyen kahveci orada birisini göstererek; '' Şu karşıda oturan Cezayirağa'nın damadı Mecid'tir. Git ona anlat o seni Hacıgilin Mecidağa'nın evine götürür ''der. Azğurlu Canogilin Mecidağa (kayınpederimdir) Türkiye'den gelen misafiri Hacıgilin Mecidağanın evine götürür. Mecidağa misafiri samimi bir şekilde karşılayarak derdini dinler. Meseleyi anlayan ev sahibi, "Biz misafirimle anlaşırız. Sen artık gidebilirsin" diyerek enişte Mecidağa'yı yollar.

O gece misafirle Mecidağa anlaşırlar. Misafir Cezayirağa'nın Azğurda ki oğlu Mehmet Beyi alarak Türkiye'ye döner. Cezayir Ağa diğer iki oğlu Ahmet ve Murtaza Beyleri de getirtmek için aracı yollar. Aracı Ahmet Bey'i evinde bulamaz. Çünkü o sırada Ahmet Bey kendi başına Badela'dan Türkiye'ye geçmeyi başarıyor. Evde bulunan Murteza Bey ise babaannesi Naile nineyi, hasta yatan annesi Zübeyde Hanımı ve kızkardeşi Sisina'yı sahipsiz ve yalnız bırakmak istemediğinden Türkiye'ye gelmeyi kabul etmiyor.

Daha sonraları ise Gürcistan ile Türkiye sınır kapılarında sıkı kontroller başlar. Sınırdan geçmek imkansızlaşır. Böylece Türkiye'ye geçebilerler. Türkiye'de, Gürcistan'da kalanlarda Gürcistan'da bir ömür hasret ve özlemle yaşıyorlar. Cezayirağa herşeye rağmen Azğur'daki ailesini Türkiye'ye getirmek için çaba sarfetsede bir netice alamaz.

Cezayirağa, oğulları Ahmet, Mehmet Beyler önce Ardahan'a sonrada Kars'ın Digor bölgesine yerleştiler.Mehmet bey Türkiye'de bulunan Varhanlı Mirzaağa'nın kızı Pamuk teyzeyle, Ahmet Bey ile yerli Ruhibe Teyze ile evlendiler ve hayırlı çoluk çocuklara sahip oldular.
Şu anda ne Cezayirağa, ne Mehmet ve Ahmet amcalar ne de Sisina Teyze hayattalar. Onlar Allah'ın rahmetine kavuştular. Murteza Amca da öyle. Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun. Amin.


Resimde, 1956 yılında Digor'da Cezayirağa oğlu Mehmet Bey, Pamuk Teyze 8 kız 9. erkek 1956'da doğan ve Cezayirağa ismi veren Murtaza Yaşarlar ile bir arada.
Mehmet amca 1953'ten 1960 yılına kadar üç seçim kazanarak Digor Belediye Başkanlığı yaptı.




Resimde, Cezayirağa'nın oğlu Ahmet Bey, gelini Ruhibe Teyze, çocukları Öner, Tuğrul, ve Semra. Ahmet Amca Adapazarı'nda Nahiye Müdürlüğü ve çeşitli yerlerde başkanlık yaptı. Soldaki oğlu Ankara Üniversitesinde Prof.Dr. Öner Hoca.

1992 yılında sınır kapıları açılınca ilk kez Türkiye'ye turist olarak gelmek kısmet oldu. Bu ilk ziyaretimde Ahıskalı akrabalarımı ve hemşehrilerimi aramak için Kars'a ve Digor'a gittim. Digor'da Cezayirağa ailesinden, gelini Pamuk Teyze başta olmak üzere kızları Yüksel, Aysel ve Gönül hanımlar, oğlu Yaşar Bey, eniştelerden Mustafa Bey, Ahmet Bey ve Digor'da bulunan Ahıskalılarla samimi görüşmelerimiz oldu. İstanbul'daki Asya, Kamile, Güler, Bursa'daki Yeter, Songül Hanım ve aileleri ile telefon görüşmelerimiz oldu. Daha sonrada karşılıklı görüşme imkanı bulduk. Halen görüşmeye devam ediyoruz.


Resimde 1992 yılı ziyaretim sırasında Cezayiroğlu yadigarlarından Mehmet Amcanın eşi Pamuk Teyze, kızları Aysel, Gönül ve Yüksel hanımlar. Oğlu Yaşar Bey ve eşi Asuman hanım. Torunları Korkmaz ve Mehmet Yavuz. Damatları Ahmet Bey ve yaşlı dünür Ziya Amca.


1992 yılında ki ziyaretimde Digor kabristanında yatan Cezayirağa'yı ziyaret ettik. Torunu Yaşar Bey ile birlikte Kabri başında ruhuna fatiha okuduk.

Digor'da ki bu ziyaretlerimden sonra Digor kabristan'ınını da ziyaret ettik. Rahmetli Cezayirağa ile Mehmet Amca burada yatmaktaydı. Sayın Mustafa Toktaş ve Yaşar Bey ile birlikte Digor kabristanında ki ziyaretimiz sırasında Cezayirağa ile oğlu Mehmet Amcanın ruhlarına Fatihalar okuduk. Bu ziyaretten sonra ben öğrendiğim yeni adresleri bulmak için tekrar yollara düştüm.
İkinci ziyaretim Kars'a idi. Burada da Ahıskalı akrabalarım ve dostlarım vardı. Ziyaretlerde bulundum ve samimi görüşmeler oldu. Burada Seyfeddin Efendinin torunu, Nusret Amcanın kızı olan Gülfen Hanım öğretmenlik yapıyordu. Okul çıkışında Gülfen Hanımla Kars'ın merkez kabristanına ziyarete gittik. Burada Seyfeddin Efendi ile akrabadan Hırtızlı Abo Arslanoğlu'nun kabirleri vardı. Ruhlarına Fatihalar okuyup dualar ettik.



Kars Merkez mezarlığında Gülfen Hanım ile Bahadır Metan Seyfeddin Efendinin kabri başında. Oşora'da ki kardeşlerinin kabrine serpmek üzere kabrinden bir miktar toprak alıp götürmüştüm.


Kars Merkez mezarlığında ki ziyaretim sırasında Ahıskalı akrabam Abo Arslanoğlu'nun kabri başında ruhuna Fatiha okurken.

Sınır Kapıları Açılınca 1992'de Türkiye'ye Gelerek Akrabalarımı Buldum


Seyfeddin Efendi'nin oğlu Alaaddin Metan
(1901 Azgur -1961 Ankara)



Seyfettin Metan Oşoralı Aliağa'nın oğludur.Annesi Hırtızlı.Azgurdan Hacer Hanım ile evleniyor ve orada yaşıyor.Seyfeddin Efendi zenginliğinden dolayı (''Kulak'' olarak adlandırıldı.)dayı bibi çocukları olan Cezayir Ağa ile birlikte Sibirya Kampına bir ömür boyu gönderiliyor.(1928) Sibirya Kampı'nda bir müddet kalarak Ahıska'dan tanıdığı orada görevli olan birisinin yardımı ile Seyfeddin Efendi ve Cezayir Ağa kamptan kaçıyorlar.Gece yarısı gizlice Azgur'a gelerek Seyfeddin Efendi tüm aile ferdiyle Cezayir Ağa ise bir kısım ailesi ile Türkiye'ye geçerek canlarını kurtarıyorlar.
(1874 Oşora -1958 Kars)


Seyfeddin Efendi'nin oğlu Nusrettin Metan
(1905 Azgur -1978 Kars)


Mürsel Oğlu Asım Seyfeddin Efendi'nin kardeşinin oğlu
(1902 Oşora-1983 Ankara)



Mürsel Oğlu Nufil Seyfeddin Efendi'nin kardeşinin oğlu
(1912 Oşora -1977 İstanbul)




Resimde; Kebire teyze, Asim Efendi, Kebire Teyzenin oğlu Feridun Bey Hanımı ve Çocuğu. Nusret Amcanın oğlu Erdinç Bey, ailesi ve çocukları.

BİR DEDE'NİN TORUNLARIYIZ


Seyfettin Efendinin Kardeşi Mürsel Efendinin oğlu Asım Efendi (sol başta),
Hanımı Nuriye Hanım
Gelin Güzide Hanım ve eşi Bülent Bey
Asım Efendinin Kızı Türkan Hanım ve Eşi (Ankara)




Kebire Teyzenin oğlu Bülent Bey ve Ailesi

Bahadır AHISKALI
BURSA

Vatan ve Bayrak Hasreti ile Yaşıyoruz

Rahmetli Turgut Özal, Orta Asya ve Kazakistan gezisi sırasında Ahıska Türkleri ile görüşerek, Ahıska Türkferi'nin vatanlarına dönmeleri için yardımcı olmak için söz vermişti ve 150 aileyi Türkiye’ye getirmişti. Ancak bu karar yeterince uygulanmadı. Şimdi Ahıska Müslümanları, Türkiye Hükümeti'nden kendilerine sahip çıkmalarını ve Ahıska Müslümanlarının kendi öz vatanlarına dönmeleri için gerekli girişimlerde bulunmalarını istiyorlar. Yoksa Ahıska Türkleri, yiyecek içecek fakiri değiller, çalışıyorlar ve hayatlarını sürdürüyorlar. Ama söylediğim gibi Ahıska Türkleri fakirdir ama vatan fakiridir. Vatanlarına kavuşmayı, vatanlarında bir bayrak altında yaşamayı özlüyorlar.

Ahıska Gürcistan'ın güneybatısında Türkiye'nin kuzey doğusunda, Ardahan ilimize sınır teşkil eden dağlık bir bölgedir. Bu bölge, kuzeyde Borjom, güneyde Çıldır düzlüğüne, doğuda Borçaliye batıda Acar topraklarına dayanır. Ahıska, Adıgön, Aspinza, Ahılkelek, ve Boğdanovko gibi önemli yerleşim birimleri ile, 200'den fazla köyün merkezidir. Ahıska şehrinin yüzölçümü 6260 km2 büyüklüğündedir. Bu topraklar tarıma ve hayvancılığa çok elverişlidir. Bu bölge Gürcistan'da, "Meskhet Cavaheti" olarak anılmaktadır. Orada yaşamış Türklere "Meskhet Türkleri" veya Ahıska Türkleri denilir.

Ahıskalılar, 1826-1829 Osmanlı-Rus savaşına kadar diğer Türk boyları gibi Osmanlı hakimiyeti altında yaşamış, bu savaşı Rusların kazanmasıyla da zorunlu olarak Rus hakimiyeti altına girmişlerdir. '' Ahıska bir gül îdi gitti. Bir ehli dil idi gitti. Söyleyin Sultan Mahmut'a İstanbul'un kilidi gitti."

Ancak 1826 Osmanlı-Rus Savaşı ile her ne kadar Ahıskalılar Rusların hakimiyetine girmişseler de, Çarlık devrinden 1917 Bolşevik İhtilaline kadar Ahıskalılar yaşamlarını dil ve dinlerinde zorlama olmadan sürdürdüler. Camilerimizde ezanlar susmamıştı.

1917 Bolşevik ihtilali ile, "Ahıska Türklerinin" dil ve din özgürlükleri yasaklandı. Minarelerden ezan sesleri susturuldu. Camilerin ve Medreselerin çoğu yıkıldı. Geriye kalanların ise minareleri yıkılıp depo veya ambar olarak kullanıldı. Din adamlarını, ilim sahibi Müslüman Ahıskalıları asıp kestiler. Kalanları da ömür boyu Sibirya kamplarına sürgün ettiler.
Ahıska Vatan toprağıdır. İnsan herşeyden vazgeçer ama Vatan toprağından asla ve asla vazgeçemez.
Aşağıdaki resimler 1901 ve 1912 yıllarında Ahıska'nın Oşora ve Azgur kasabasında çekilmiştir.
Yıl 1901 Oşora Köyü Muhtarı (Glava-Başkan) Resimde sağda ayakta duran Muhtar (Rus Glava) İdumalali İskender ağa. Yanında Muhtar Yardımcısı Oşoralı Müştak Efendi. Oturanlar, sağda yazıcı Tofık Efendi. Elinde kamçı olan Polis komiseri Stepan Efendi.
Yıl 1912 Azgur kasabasında İlahiyat öğrencileri. Resimde İlahiyattan İsmail Hoca'nm babası Ali Hoca. Yanında Rus yabancı dil öğretmeni Hoca ile öğretmen arasında Abdullah Amcam (1898-1992) Kız öğrenciler arasında sağdan dördüncü sıradaki Bilor Hanım Muhrangil.
Kolhoz, Sovhoz (özel mülkiyetsiz kollektif ve Sovyet tüzüğü) sistemini gönüllü ad verip itirazlara bakmadan mecburileştirdiler. Özel mülkiyeti yasakladılar. Devlet tarafından mülk sahiplerinin mülklerine el konuldu, müsadere edildi. "Kulak,burjuy" diyerek '' Halk düşmanı, millet düşmanı, vatan hainleri ''diye adlandırarak suçladılar ve cezalandırdılar. '' Mülkiyet elden gitti, hayatın tadı tuzu kalmadı '' diyerek bir kısım Ahıskalılar Türkiye'ye göç ettiler. Ahıska Türklerinin başka bölgelere göç etmelerini önlemek İçin Bolşevikler 1930'lu yıllarda Türkiye sınırını sıkı bir kontrol altına aldılar. Bundan sonra Türkiye'ye gidenler Türkiye'de, Gürcistan'a gidenler de Gürcistan'da kaldılar.

1937 yılında ise bütün Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi Gürcistan'da da daha fazlasıyla aydın insanları toplayarak tutukladılar. Bunları adaletten uzak bir şekilde sorgusuz sualsiz kurşuna dizdiler. Bir kısmımda Sibirya kamplarına ve yer alt madenlerine tutsak olarak çalışmaya mahkum ettiler. '' Bu zulme maruz kalan insanların büyük çoğunluğu da Ahıska Türkleri idi. Bu haksız ve keyfi uygulanan baskı, ve zulümden benim ailemde nasibim aldı. Çeşitli işkencelere maruz bırakılan insanlar arasında rahmetli babamda bulunuyordu. Bu işkence ve zulümler neticesinde Bolşevikler katlettikleri Ahıska Türklerini, Ahıska kalesi içinde toplu mezarlığa gömüldüler. Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun. '' Bu toplu mezarlığa Ahıska Kalesi içinde bulunan tarihi eserlerimiz şahitlik etmektedir. Bunlardan içinde yıllarca ilim tahsil edilen ve çok sayıda Ahıskalı alim yetiştiren Ahmediye Camisi ve Medresesi bulunmaktadır. Günümüzde ise, Sahipsiz ve ilgisiz durumdaki bu tarihi mekanlar viraneye dönmüş bir halde bulunmaktadır.
Bu Resimlerde Bolşevik Zulmünden Geriye Kalanlar

Hacı Ahmet Paşa tarafından 1749'da Ahıska Kalesi içinde inşa edilen Ahmediye Camisi (sol başta) ve medresesi (ortada). Bu tarihi eserler halen sahipsiz ve virane bir halde bulunuyor. 1937 yılında Bolşeviklerin zulümleri sonucu on binlerce Ahıska Türk'ü bu cami ve medreseye doldurulup işkenceler ile şehit edildiler. İşte bunlardan biriside benim babamdı. Daha sonra ise yapılan mahkemelerde suçsuz oldukları tespit edilip beraat ettiler. Ancak on binlerce insan çoktan asılmışlardı.

Yukarıdaki resim 1937 yılında çekildi. Bu resimde rahmetli Annem Hediye Hanım, rahmetli babam Enver Bey ile henüz üç yaşında bulunan bendeniz Bahadır.
1930-1940 yıllan arasında değişik zulümlere maruz kalan Müslüman Ahıska Türkleri Rus-Alman savaşı sırasında da büyük kayıplar verdiler. 1944 Kasım ayının 14'ünü 15'ine bağlayan soğuk bir kış gecesi Kızıl Ordu tarafından yataklarından kaldırılan Ahıska Türkleri, hayvanların taşındığı tren vagonlarına doldurularak uzun sürecek bir yolculuğa çıkarıldılar. "Meçhul yolculuk" adını verdikleri bu hadise Ana vatandan sürgün edilişin başlangıcıydı.

Tarih bin dokuz yüz kırk dört senede,
Trenler düzüldü demir yollarda.
Nice canlarım kaldı gözü elinde.
Köylere selamet kal diyen ağlasın.

Yurdumuzdan çıktık kuş fosilleri,
Gurbette geçirdik yıl asırları.
Kırgın olup kesti çok nesilleri.
Her familyadan tek tek kalan ağlasın.

Mahrum olduk bahçelerden bağından,
Çıktı ferman aktı kanım tenimden.
Halkın feryadından ahuzarından,
Gökler şimşek çaktı, bulut ağladı.

Bizler için çok büyük zulümler etti.
Halkımızın içinde hastalık bitti.
Milletin yarısı cennete gitti.
Yollarda ölenin, kalanı ağlasın.
Bugün 300 bini aşkın nüfusuyla, Orta Asya, Kazakistan, Azerbeycan, Ukrayna, Rusya ve son olarak da Amerika'nın çeşitli bölgelerinde paramparça olmuş dağınık ve perişan bir halde yasayan Ahıskalılar, kendi vatanlarına ve bayraklarına kavuşabilecekleri günü özlemle ve hasretle bekliyorlar.

Ortak değer yargılarına sahip olmamız sebebiyle Türkiye'den destek bekleyen Ahıskalılar. vatanlarına kavuşabilmenin sadece Türk Devletinin siyasi ağırlığını göstermesiyle mümkün olabileceğine inanıyor ve ağabey olarak gördükleri Anadolu insanına bu ümitle bakıyorlar.

1930-40 yılları arasında değişik zulümlere maruz kalan müslüman Ahıska Türkleri Rus-Alman savaşında da büyük kayıplar verdiler.

Ruslar; Almanlar köyünüzü bombalayacak diye kandırdığı Ahıskalıları Köylerinden çıkarıp trenlere doldurup sürgün ettiler.

1944 yılında savaşın Rusların lehine dönmeye başlamasıyla, Ruslar Kasım ayının 14'ünü 15'ine bağlayan gece 200 civarında Ahıska köyünü basarak herkesi evlerinden dışarı çıkarıp köy meydanlarında topladılar. Rus komutanlar köylüleri '' Almanlar gelip buraları bombalayacaklar. Köyde kalırsanız boşu boşuna ölürsünüz. Biz sizleri daha güvenli yerlere götüreceğiz. Orada her türlü ihtiyacınız devletimiz tarafından karşılanacak. Savaş bittikten sonra da yuvalarınıza dönüp normal hayatınızı sürdüreceksiniz '' diyerek kandırdılar. Bütün Ahıska köylerini bir kaç saat içerisinde boşalttılar. Bizim köyümüzde de aynı şeyleri yaşadık. Panik içindeki insanlarımızı apar topar köyümüzün ağalık bahçesi denilen mevkiinde topladılar. Burada alabilecekleri zaruri bazı eşyalarla birlikte tüm köylüleri bir süre araba gelecek diye meydanda beklettiler. Ben on yaşlarındaydım. Herşeyi bu gün gibi çok iyi hatırlıyorum. Daha sonra çok büyük olan Amerikan studabekir arabalarıyla tren istasyonuna götürüldük. Köylerden toplanan Ahıskalılar burada birikmişti. İnsanlarımız hayvan taşınan vagonlara sıkıştırılarak dolduruldu. Bir gecede yapılan bu operasyonla binlerce Ahıskalı ardarda trenlere doldurulup meçhul bir yolculuğa çıkarıldılar.

Yolculuğa çıkmadan önce Ruslar bize her istasyonda yemek ve ekmek verilerek ihtiyaçlarımızın karşılanacağım söylediler. Yaklaşık 4-5 saatte bir istasyonda durduk. Ancak mevsimin kış olması nedeniyle her yer karlı buzluydu. Bize verilen yemek ve ekmekler donmuş haldeydi. Ekmekler baltalarla parçalanıp dağıtılıyordu. Yemek kazanlarının üzerinde de oluşan buz tabakası kırıldıktan sonra kepçeyle soğuk yemek veriliyordu. Vagonların içi de buz gibi soğuktu. Her yer soğuk, yediğimiz içtiğimiz de soğuk. Bu zulmü ben daha çocuk yaşta gördüm ve bizzat yaşadım.
Bu meçhul yolculuk sırasında çok kayıplar verdik. Çünkü yola çıkanların çoğu yaşlı, çocuk ve hastalar ile savaştan dönen yaralı ve sakatlar idi. Hatta her durduğumuz istasyonda Rus askerleri vagonları tek tek kontrol ederek hasta ve ölü var mı diye soruyorlar, ölüleri alıp götürüyorlardı. Bu durum üzerine büyüklerimiz aralarında anlaşarak ölü ve yaralıları çarşaflar altında gizlemeye başladılar. Sonra ilk durulan istasyonda gizlice gömüyorlardı. Kazma kürek olmadığı için elleriyle mezar kazılıyordu. Bazen bu iş uzun süründe yollarda kalanlar oluyordu. Treni kaçıran bu kimselerden bazıları kendi imkanları ile meşakkatli bir yolculuktan sonra ailelerine ulaşabilirken bazıları da yolculuk sırasında soğuktan donarak ölüyordu.

Gittikçe daha da güçlenen şartlarda devam eden tren yolculuğu 25-30 gün kadar sürdü. Bu sırada açlık ve soğuk nedeniyle meydana gelen hastalıklardan çok sayıda kayıplar verildi. Bu tren yolculuğunu yaşamış birisi olarak olanların hepsini anlatmaya benim lügatim yeterli gelmiyor. Ne zaman bu yolculuğu anlatmaya başlasam o günkü eziyetler ve zulümler gözümün önünde canlanıyor ve aynı heyecanı ve üzüntüyü tekrar yaşıyorum.
Yaşardık Kafkasta çok güzel yerde,
Avcılık ederdik Kekliğe Kurda,
Üç kardaşımla dört bacım nerde,
Ana-Babadan ayrı düşen ağlasın.

Gurbet elde kaldık çok yıldan beri.
Herkese Bağdattır kendinin yeri,
Rabbim rızkımızı çevirsin geri,
Babamın vatanı diyarı ağlasın.
İkinci Dünya savaşında Almanlara esir düşenlerin aileleride Sibirya kamplarına bir ömür sürgüne mahkum edilip yollandılar. Almanlara esir düşenleri Naziler çeşitli işkencelerle insanlık dışı uygulamalarla hayatlarına son verdiler. Hayatta kalıp Rusya'ya geri verilen esirler ise sınır kapılarını geçer geçmez kurşuna dizildiler. Binlerce Ahıskalıyı savaş nedeniyle kayıp verdik. Bir de Rusların zulmünü eklerseniz devamlı eziyetli ve kayıplarla geçen bir yaşantımız oldu.

Halen 300 binin üzerinde olduğu tahmin edilen Ahıska Türklerinin büyük çoğunluğu Orta Asya, Kazakistan ve Azerbaycan'da yaşıyor. Özbekistan'da yaşanan 1989 Fergana faciasından sonra ise Rusya ve Ukrayna'nın 28 ayrı bölgesine dağıtılan insanlarımız, paramparça ve perişan bir halde yaşamaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi Amerika'nın çeşitli bölgelerine göçler başladı. Amerikan Hükümeti daha da çapkın mı davrandı Rusya'da ki zor durumda bulunan ve ikinci Fergana soykırımı tehlikesi içinde yaşayan Ahıskalılara. Bunun nedeni nerede acaba?..
Günü günden artar acı,
Gurbet elde kardaş bacı,
Ayrılığın yok ilacı,
Yazdım ağlıya ağlıya.
Rahmetli Turgut Özal, Orta Asya gezisi sırasında Ahıska Türkleri ile görüşerek, Ahıska Türklerinin vatanlarına dönmeleri için yardımcı olmak için söz vermişti ve 150 aileyi-Türkiye'ye getirmişti. Ancak bu karar yeterince uygulanmadı. Şimdi Ahıska Müslümanları, Türkiye Hükümeti'nden kendilerine sahip çıkmalarını ve Ahıska Müslümanlarının kendi öz vatanlarına dönmeleri için gerekli girişimlerde bulunmalarını istiyorlar. Yoksa Ahıska Türkleri, yiyecek içecek fakiri değiller. Çalışıyorlar ve hayatlarını sürdürüyorlar. Ama söylediğim gibi Ahıska Türkleri fakirdir ama vatan fakiridir. Vatanlarına kavuşmayı, vatanlarında bir bayrak altında yaşamayı özlüyorlar.
Azıcık Amerika'ya göç konusunda;

Ahıska Türkleri Cemiyeti Rusya'nın Krasnodar Başkanı" Krasnodar'da yaşayan bizler istemeyerek mecburen Ameriye'ya göç ediyoruz. Biz başta Moskova'da ki Türkiye Büyükelçiliği olmak üzere tüm yabancı büyükelçilere durumumuzu bildirir bir rapor sunduk. Verdiğimiz raporlarda, 15 seneden bu yana Krasnodar Valiliği'nin Ahıskalılara sadece Türk ve Müslüman oldukları için yaptığı zulümleri açıkladık.Bir kaç ay sonra Amerika Büyükelçiliği'nden olumlu cevap geldi. Uluslararası İnsan Haklan Temsilcileri gelerek bir kaç gün Ahıskalıların evlerini dolaşıp bilgi topladılar. Daha sonrada Amerika Göçmen bürosu tarafından göç formları dağıtıldı. " Bu formda ki şartları kabul ederseniz sizleri Amerika'ya göçmen olarak kabil ederiz." dediler. Bunlar çok zor şartlardı. Ama mecbur olduğumuz için bu zor şartları kabul edip istemeyerek ABD'ye gitmeye karar verdik. Evet neticede dilimizi ve dinimizi kaybedebiliriz. Ama bunun sebebi biz değiliz. Bize sahip çıkmayan, el uzatmayan, bizi tek başımıza bırakanlar bunun sebebidir. Biz vatanımızı seviyoruz. O toprak için bile olsa canımızı feda edebiliriz. Lütfen bize sahip çıkın. Vatanımızda yaşama yollarını bize açın. Çok acı ama bu bir gerçektir."
Bu yurda diyarlar pazar,
Halkım diyar diyar gezer.
Biz ki olduk candan bezer.
Gördüm ağlıya ağlıya..
Uluslararası arenada; Bakın ben Ahıska Türklerine, yanı Türk ve Müslüman olan topluma sahip çıktım diyerek dünyanın gözüne mi girmek istiyor Amerikalı cenaplar. Ahıskalılar isteseler idi onlar, bu vatansız milleti öz vatanlarına dönmeleri için gerçekten yardımcı olabilirlerdi. Amerika bir şey istedi mi hangi devlet karşı çıkar ki..

Her şeyde bir hayır vardır derler ya.. Belki de Amerika'ya göç eden Ahıskalılar birlik içinde hareket ederek orada bir lobi oluşturup cefakar Ahıskalıların vatan sorunlarını çözmede etkili olacaklardır İnşallah diye ümit ediyorum.
Vatanım Kerbelam Mekkem Medinem,
Her zaman kalbimde ziyaretin var,
Ana vatanımız toprağı taşı.
Zerresi benim için sanki altındır.

Vatan için mihribandır yüreğim,
Dilimin ezberi gözümün nuru.
Vatan için kızıl kandır yüreğim,
Gel ye Berzar kesme gümenin senin.

Ben vatanıma kıblem kabem demişem,
Atasına ben merdane yanmışım.
Bu hasret bana Yaradandandır.
Bu iş Yaradandandır değil insandan.

Bilirim gece ve tez siz gideceksiniz,
İnşallah görecek vatanım seni.
Ahıskalılann esasen tek bir arzusu vardır o da vatan sahibi olmak, bayrak sahibi olmak, bir bayrak altında kendi vatanında yaşamaktır,

Stalin'in ölümünden sonra Moskova 1956 yılında bir karar alarak her bir azınlık millet insan haklarına sahiptir. Haksız olarak sürgüne gönderilenler vatanlarına geri dönebilirler, diye açıklamıştı. Bunun üzerine 1944 yılında vatanlarından sürgün edilen Balkarlar, Karaçaylar, İnguşlar, Çeçenler, Gagauzlar, Kalmıklar, Kırım Türkleri ve diğerleri toplam 3 milyonu aşkın insan kendi vatanlarına döndüler. Ama maalesef Ahıskalılar halen vatanlarına dönemiyorlar.
Bayrakları bayrak yapan.
Üstündeki kandır,
Toprak eğer uğrunda,
Ölen varsa VATAN'dır. (M.A.Ersoy)
Bu vatansızlığın nedeni nerede?

Biz vatanın neresindeyiz. Ayrılık ölümden beter demişler ya, hani zor durumda kalan Ahıska Türklerini devlet kanalıyla masrafsız getireceğiz diyen TBMM'nin kararı var ya, işte bu kararın uygulanmasını yıllardır bekliyoruz. Türkiye sınır kapılarının açılmasıyla çeşitli yollarla buraya gelen Ahıskahların çoğu zor durumda.

Allah'u Teala Türkiye'yi başımızdan eksik etmesin. Her felakette soydaşlarımız diyerek dünyanın her yerindeki Türklere sahip çıkmaktadır. Bizlere de ulaşmış, dertlerimize derman olmuştur. Ancak biz Türk hükümetinin daha çok şeyler yapabileceği inancını taşıyoruz. Biraz daha gayret sarf etsek, sabır etsek, vatan kapılanda açılır. Bir gün biz Ahıskalıların da yüzü gülecektir İnşallah.
Bahadır AHISKALI
BURSA

Her şeyin bittiği yerde yeni dünyalar başlar

Acı İlaçlara Alıştık, Ama Vatansızlık Acısına Alışmak Çok Zor

Yurdumuzdan çıktık kış fasılları,
Gurbette geçirdik yıl asırları
Kırgın olup kesti çok nesilleri,
Her familyadan tek tek kalan
Ağlasın.


Bizler için çok büyük zulümler etti.
Halkımızın içinde hastalık bitti.
Milletin yansı cennete gitti.
Yollarda öleni, kalan ağlasın.


1937—Atam Kabri Ahıska Kalesinde
1957- Ninem Kabri Kazakistan çölünde
1994- Anamın Kabri Azeriler elinde.
Benim kabrim bilmem kalacak nerede.?
Kabirler bir yanda, Ruhlar bir yanda.


Her şeyin bittiği yerde yeni dünyalar başlar.
1944

Kasım ayının 14'ünü 15'ine bağlayan soğuk bir kış gecesi Kızılordu tarafından yataklarından kaldırılan Ahıska Türkleri hayvanların taşındığı tren vagonlarına doldurularak uzun sürecek bir yolculuğa çıkarıldılar.
"Meçhul Yolculuk" adına verdikleri bu hadise, Anavatan'dan sürgün edilişinin başlangıcıydı.

Tarih bin dokuzyüz kırkdört senede
Salonlar düzüldü demir yollarında
Nice canların kaldı gözü elinde
Köylere selamet kaldiyen ağlasın


Bugün 300 Bini aşkın nüfusla Orta Asya ve Kazakistan'ın , Azerbaycan ve Ukrayna, Rusya'nın çeşitli coğrafyalarında paramparça dağınık halde yaşayan Ahıska Türkleri, kendi vatan ve bayrağına kavuşabilecek günü özlemle bekliyorlar.
Ortak değer yargılarına sahip olmamız sebebiyle Türkiye'den destek bekleyen Ahıskalıları Vatanlarına kavuşabilmenin sadece Türkiye'nin siyasi ağırlığını göstermesiyle mümkün olabileceğine inanıyor ve Ağabey dedikleri Anadolu insanına bu ümitle bakıyorlar.

Ahıska Türkleri, 1826-1829 Osmanlı Rus savaşına kadar diğer Türk Boyları gibi Osmanlı hakimiyeti altında yaşamış, bu savaşı Rusların kazanmasıyla da Rus hakimiyeti altına zorunlu olarak girmişlerdir.

Ağustos 1828 de tüm şehir halkı katledilerek Ahıska yakılarak yıkılarak Rusların eline geçti.

Ahıska birgül idi gitti, bir ehli dil idi gitti,söyleyin Sultan Mahmut'a, İstanbul'un kilidi gitti.

Ancak 1826 Osmanlı Rus savaşı ile her ne kadar Ahıska Türkleri Rusların hakimiyeti altına girmişse de Çarlık Devrinden 1917 Bolşevik ihtilaline kadar Ahıskalılar yaşamlarını Dil ve Dinlerinde zorlama olmadan sürdürdüler. Camilerimizde Ezan sesleri susturulmamıştı.

Aşağıdaki resim 1912 yılında Ahıska'nın Azgur Kasabasında çekilmiştir.
Resimde bulunanlar ortada İlahiyattan ismail Hoca, yine ora kısımda Rus yabancı dil öğretmeni, Hoca ile Öğretmen arasında Abdullah (1898-1992) amcam. Kız öğrenciler arasında Billur Hanım vb.


1917 Bolşevik İhtilali üe Ahıska Türklerinin Dil ve Din Özgürlükleri yasaklandı. Minarelerden Ezan sesleri susturuldu. Camiler ve Medreselerin çoğunluğu yıkıldı. Geriye kalanların Minareleri yıkılıp depo olarak ambarhanelere çevrildi. Din adamlarını hocaları astılar,kestiler kalanları ömür boyu Sibirya kamplarına sürdüler.

Kolhoz, Sovhoz (özel mülkiyetsiz kollektif ve sovyet tüzüğü ) sistemini gönüllü ad verip itirazlara bakmadan mecburlaştırdılar, özel mülkiyeti yasakladılar. Devlet tarafından mülk sahiplerinin mülklerine elkonuldu, müsadere edildi. Mülk sahiplerinin adını (kulak, burjuy) diyerek '' halk düşmanı, millet düşmanı, vatan hainleri '' diye adlandırılarak cezalandırıldılar.

Mülkiyet elden gitti. Yaşamın lezzeti kalmadı. Diyerek bir kısım Ahıskalı Türkler Türkiye'ye göç ettiler. Rusya dan Ahıska Türkleri nin göç etmelerini önlemek için Bolşevikler 1930 'lu yıllarda Türkiye sınırlarını sıkı kontrol altına aldılar. Bundan sonra Türkiye'ye gelenler Türkiye'de, Gürcistan'da kalanlarda Gürcistan' da kaldılar.

1937'de bütün Sovyetler Birliğinde olduğu gibi Gürcistan'da daha da fazlasıyla aydınların çoğunu tutukladılar. Adaletten uzak bir şekilde kurşuna dizdiler. Bir kısmını Sibirya kaplarına ve
yer altı madenlerinde tutsak olarak çalışmaya mahkum ettiler.Bununda cezaların ağırlıklarının çoğunluğu bizim Ahıskalılara düştü. Bu haksızlıkların içinde Ahıska Kalesinde idam edilenler içerisinde benim de Rahmetli Babam bulunmaktadır. Bu idam edilenler Ahıska Kalesi Toplu Mezarlığında bulunmaktadırlar. Allahın Rahmeti üzerlerinde olsun. Bu toplu mezarlığa şahitlik eden ve içerisinde tutsak edilen bir zamanlar içerisinde ilim tahsil edilen medresenin durumu virane haldedir. Virane halini gösteren resim aşağıdadır.


1930-1940 yılları arası değişik zulümler yasayan Ahıskalılar Rus Alman savaşı ile de büyük kayıplar verdiler.

1944 te savaşın Rusların lehine dönmeye başlamasıyla , Ruslar 1944 yılı Kasım ayının 14'ünü 15'ine bağlayan gece 200 civarında Ahıska Köylerini basarak herkesi evlerinden dışarı çıkardılar. "Almanlar gelip burayı bombalayacaklar, sizleri daha güvenli yerlere götüreceğiz,savaş bittikten sonra hemen yuvalarınıza döneceksiniz." Diye kandırdılar ve köyleri iki-üç saat içerisinde boşalttılar. Tabii herkes bir panik içerisinde apar topar evlerinden çıkarılarak Ağalık bahçesi diye adlandırılan meydanlığa milleti yığdılar. Gece sabaha kadar, sabahtan akşama kadar gelecek arabaları beklettiler. Sonra Amerikan stulabekir arabalarıyla tren yolu istasyonlarında bekleyen hayvan vagonlarına doldurdular. Bir akşamda tamamlanan bu operasyonla Ahıskalılar meçhul yolculuğa başladılar. Yolculuğa başlamadan önce Ruslar bize her istasyonda yemek ve ekmek verileceğini söylediler. Ancak mevsimin kış olması nedeniyle istasyonlardan alınan yemek ve ekmekler donuyordu. Ve ekmekler ancak baltalarla kesilerek dağıtılıyordu. Bu Zulmü ben 11 yaşımda yaşadım ve gözlerimle gördüm Bu yolculuk sırasında Ahıskalılar büyük kayıplarla yolculuklarını tamamladı. Çünkü yola çıkanların çoğu yaşlı , çocuk ve hastalar ile savaştan dönen yaralı ve sakatlar idi. Hatta Rus askerleri her istasyonda duruşta vagonlara tek tek gelerek hasta ve ölü olup olmadığını soruyor, ölenleri alıp götürüyorlardı. Bu durum üzerine büyüklerimiz hasta ve ölüleri sorduğunda bunları çarşaflara gizleyerek "yok" cevabını veriyor, trenin ilk durduğu istasyonda gizli ve kürek ve kazma olmadan ölenleri çöllerde kumlara elleriyle gömüyorlardı.Hatta bu şekilde cenazeleri gömerlerken uzun zaman geçmesi sebebiyle trenin kalkmasına yetişemeyenler oldu. Bu yetişemeyenlerin bazıları çileli kendi imkanlarıyla ailelerine ulaşmayı başardı. Fakat ölülerle kalanlar çok oldu.

Tren yolculuğu açlık,hastalık, sefalet içerisinde kayıplar verilerek yirmi beş ila otuz gün sürdü. Bu tren yolculuğunu yaşamış birisi olarak olanların hepsini anlatmaya ne lügatim yeter ne de zamanım.Bu yolculuğumu anlatmaya başlasam o günkü yaşadıklarımı aynen yaşıyor ve heyecanlanıyorum.

Yaşardık Kafkas'ta çok güzel yerde
Avcılık ederdik kekliği kurda
Üç Kardaşım ve dört Bacım nerde
Ana - Babadan ayrı düşen ağlasın.
Zeynul Oşoralı

İkinci Dünya savaşında Almanlara esir düşenlerin ailelerini de Sibirya kamplarına bir ömür sürgüne mahkum ettiler.Almanlara esir düşenleri Naziler çeşitli işkencelerle insanlık dışı azaplarla hayatlarına son verseler de , Malesef Ruslara geri verilen esirleri de gümrük kapılarından geçer geçmez kurşuna dizdiler.

300 binin üzerinde tahmin edilen Ahıska Türkleri büyük çoğunluğu Orta Asya ve Kazakistan'da diğerleri ise Azarbaycan'da , 1989 Fergana Faciasından sonra ise Rusya ve Ukrayna'nın 28 bölgesinde param parça ve perişan bir halde yaşıyorlar.
Ahıskalıların esasen tek bir arzusu vardır. O da vatan sahibi olmak, bayrak sahibi olmak,bir bayrak altına toplanmaktır.

Stalin'in ölümünden sonra Moskova 1956 yılında bir karar alarak her bir azınlık millet insan haklarına sahiptir. Haksız olarak sürgüne gönderilenler vatanlarına geri dönebilirler diye açıklamıştı.Bunun üzerine 1944 yılında Vatanlarından sürgün edilen Balkarlar,Karaçaylar,İnguşlar,Çeçenler,Gagavuzlar,Kalmıklar,Kırım Türkleri vb. diğer milletler (toplam 3 Milyon civarında ) kendi vatanlarına dönerken maalesef Ahıskalılar vatanlarına dönemiyorlar. Bu vatansızlığın nedeni nerede?

"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kanlardır;
Toprak, eğer uğruna ölen varsa Vatandır.
(M.A. Ersoy)


Biz vatanın neresindeyiz.

Vatan sevgisi imandandır. Allahü Teala Türkiyeyi başımızdan eksik etmesin.Her felakette soydaşlarımız diyerek ulaşmıştır, dertlerimize derman olmuştur. Biraz daha sabır etsek biz Ahıskalıların da yüzlerine gün çalar İNŞAALLAH.

Rahmetli Turgut ÖZAL orta Asya ve Kazakistan gezisi sırasında Ahıskalılarla görüşerek Ahıska Türklerinin vatanlarına dönmelerine yardımcı olmak içinsöz vermeşti ve 150 aileyi Türkiye'ye getirmişti. Ancak bu karar yeterince uygulanmadı. Şimdi Ahıska Türkleri Türkiye Hükümetinden kendilerine sahip çıkmalarını ve Ahıskalıların kendi öz vatanlarına dönmeleri için gerekli girişimlerde bulunmalarını istediler. Yoksa Ahıska Türkleri yiyecek, içecek fakiri değildirler. Çalışıyorlar hayatlarını sürdürüyorlar. Ama deminde söylediğim gibi Ahıska Türkleri fakirdirler. Vatanlarına kavuşmayı, bir bayrak altında yaşamayı özlüyorlar.

Ayrılık ölümden beter demişler ya hani zor durumda kalan Ahıska Türklerini Devlet kanalıyla masrafsız getireceğiz diyen TBMM nin karar icrası. Yıllarca bekliyorlar, Ahıskayı bekliyen gibi.

Ahıska Dergisi "AHISKA" ve " Ahıskanın Sesi" gazetesi de Ahıska Türklerinin aynası olması münasebetiyle teşkilatçılarımızı yürekten kutlar bu şerefli çalışmalarında başarılar dilerim.

SAYGILARIMLA
Bahadır AHISKALI
BURSA

Bahadır Metan Enveroğlu Kimdir?

Bahadır Metan ENVEROĞLU kimdir?


Tarih yazmak tarih yapmaktan zordur derler. Tarihi bir de bizzat yaşayan insanlardan dinlemek ve anlamaya çalışmak ise apayrı bir olaydır. Günümüzde yakın tarihin olaylarına bizzat şahit olmuş halen yaşamaya devam eden bir çok insan bulunmaktadır.Bu insanlardan birisi de Bahadır Metan Enveroğlu’dur. Bahadır Metan’ın hayatını kısa ve öz bir şekilde sizler ile paylaşmaya çalışacağım.

Bahadır Metan Enveroğlu 15.06.1934 yılında Gürcistan’ın Ahıska Bölgesininde (Aspindza Reyonunda) dünyaya gelmiştir. Annesi Hediye Hanım , babası Enver Metan Bey’dir. Annesi ,babası, kız kardeşi Bilor Hanım ve ailenin en yaşlı üyesi babaanne Mümine Hanım Gürcistan’ın Ahıska Bölgesinde 1944 Sürgününe kadar birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamışlardır.Ancak mutlu aile tablosu onlar için pek uzun sürmeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın babası Enver Bey, annesi Hediye Hanım ve ortada Bahadır Metan.

1937 yılında Aspindza’da yaşayan ve Aspindza Eğitim Müdürlü’ğünde çalışan Bahadır Metan’ın babası Enver Bey’in evinin kapısı birgün hükümet görevlileri tarafından çalınır.Kapıyı açan Hediye Hanıma kocası Enver Bey’i sorarlar.Hediye Hanım da Enver Bey’in evde olduğunu,İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde yapılacak olan toplantıya hazırlandığını ve kahvaltı yapmak üzere olduklarını söyler, görevlileri kahvaltıya buyur eder. Görevliler eve girmeyeceklerini söylerler. Görevlilerin geldiğini duyan Enver Bey onları hiç bekletmeden kapıya doğru ilerler. Daha sonra görevlilerden biri Enver Bey'in kulağına birşeyler fısıldar.Enver Bey Hanımı Hediye Hanım'a ‘ben birazdan dönerim’ diyerek görevliler ile birlikte gider.Bu ayrılıştan sonra Enver Bey bir daha evine hiç dönemeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ahmediye Camisi ve Medresesi şu andaki görünüşü


Ahıska Kalesi içinde 1749’da inşa edilen Ahmediye Camisi ve Medresesi bulunmaktadır. Bir zamanlar Ahmediye Medresesinde birçok İslam Alimi yetişmiştir. Bolşevik Rejiminde hükümet görevlileri tarafından yakalanan bu masum insanlar bu cami ve medreseye doldurulmuştur. Burada toplanan insanlar çeşitli işkencelere maruz kalmışlar,kimileri Sibirya’ya sürgüne gönderilmiş kimileri de şehit edilmişlerdir. Binlerce insan haksız yere Sovyet Rejimini kurbanı olmuştur. Bahadır Metan’ın babası da bu medresede hükümet görevlileri tarafından şehit edilmiştir. Bahadır Metan henüz daha üç yaşındadır ve tüm bu olup bitenlerden habersizdir.



Bahadır Metan'ın Arşivinden
Enver Bey'in Rus Dilinde Yazılmış Beraat Belgesi

Ne acıdır ki Babadır Metan’ın babası Enver Bey’in suçsuzluğu yıllar sonra mahkeme tarafından kanıtlanmış ve suçsuz olduğuna dair beraati verilmiştir. Ancak bu gecikmiş karar şehit edilen Enver Bey’in ve ailesinin acılarını hafifletmeye yetmemiştir.

Tüm bu yaşanan olaylardan sonra üç yaşında öksüz kalan Bahadır Metan ailesi ile birlikte kendi köyleri olan Oşora’ya geri dönmüştür. Annesi Hediye Hanım altı aylık kız kardeşine hamile iken evin tüm sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bahadır Metan 1941 yılında Oşora Mektebinde okumaya başlamıştır . O ve ailesi bundan sonra huzurlu bir hayat sürmeyi umut ediyorlardı ki bu sefer de 1944 sürgün faciası ile karşılaşacaklardı.

1944 de savaş Rusların lehine dönmeye başlamıştı. Kızıl Ordu 1944 yılı Kasım ayının 14 ünü 15 ine bağlayan gece iki yüz civarında Ahıska Köyünü basarak herkesi evlerinden dışarı çıkarmışlardı. ‘Almanlar gelip burayı bombalayacaklar, sizleri daha güvenli yerlere götüreceğiz, savaş bittikten sonra hemen yuvalarınıza döneceksiniz’ diye köylüleri kandırdılar. Herkesi Ağalık Bahçesi diye anılan meydanda topladılar. Uzun bir süre kendilerini götürecek arabaları beklediler. Nihayetinde toplanan insanları Amerikan Studabekir arabalarıyla tren istasyonuna götürürüler.Bu masum Ahıska Türklerini istasyonda bekleyen boş hayvan vagonlarına doldururlar. Böylelikle Ahıska Türklerinin meçhule yolculuğu başlamış oldu.

Yola çıkanların çoğu yaşlı,hasta,savaştan dönen yaralılar, kadın ve çocuklardı. Ruslar her istasyonda yemek ve ekmek vereceklerini söylemişlerdi. Ancak mevsimin kış olması nedeni ile alınan ekmek ve yemekler anında donuyordu. Öyle ki ekmekler balta ile kesilip dağıtılıyordu.

Ruslar her istasyonda mola anında vagonları tek tek dolaşarak hasta ve ölü olup olmadığını soruyorlar, ölenleri alıp götürüyorlar. Aileler bu durumda hasta ve ölüleri çarşaflara sararak gelen askerlere ‘yok’ cevabını veriyorlardı. Trenin ilk durduğu istasyonda gizli bir şekilde kazma ve kürek olmadan ölenleri kendi elleri ile gömüyorlardı.

Yirmi beş otuz gün hastalık,açlık ve sefalet içerisinde devam eden bu meçhul yolculuk (sürgün) sonunda ardında büyük kayıplar bırakarak sona ermiştir. Bahadır Metan tüm bu olayları henüz on bir yaşındayken yaşamış küçük bir çocuktur. Burada ancak bir kısmını sizlere aktarabildiğimiz yaşanan olaylar Bahadır Metan’ın hayatında unutulmaz ve derin izler bırakmıştır.

Gece yarısı Kazakistan’ın Çimkent vilayeti Sayram Rayonu Çernovodski (Karasu) Demir Yolu İstasyonuna gelen trenin vagon kapıları açılmaya başlanmıştır. Askerler gelen emirle herkesi vagondan apar topar aşağıya indirmeye başladılar. Evlerinden bazı ev eşyalarını getirebilenler ve getiremeyenler grup grup toplanmışlardı. İstasyonda kendilerini almaya gelecek olan öküz ve at arabalarını beklemeye başladılar. Mevsim kıştı ve hava oldukça soğuktu. Ertesi sabah beklenen arabalar gelebilmişti. Aileler çeşitli yerlere yerleştirilmek üzere arabalara bindirilirler.

Diğer Ahıskalı Aileler gibi Bahadır Metan ve ailesi de halkı Müslüman olan bir yere yerleştirilmişti. Yaşlılar ezan okuyup namaz kılarak bundan sonra aradıkları huzuru bulmak amacıyla Allah’a dua ettiler. Yerli halk yeni gelen misafirlerine sevgi ve ilgi ile yaklaştı. Bahadır Metan ve Ailesi buraya alışmakta zorluk çekmedi. Böylelikle Bahadır Metan’ın hayatında yeni bir sayfa açılmış oldu.

Burada Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon Bahadır Metan ve ailesini nüfusa kayıt ettiler. Çalışacak durumda olanlar Kolhoz (Kolektif Hocalık ) da çalışacaktır, okul yaşındakiler ise mektebe gidecektir.

Ardından yine Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon kendilerine yiyecek yardımında bulunur ve ekin ekmek için arazi verirler.

Acı günlerinin hatırası elbette hafızalardan kolay kolay silinmeyecektir. Ancak yine de Ahıskalılar vatanları olmadan hayatlarını gurbette şükran duyguları içerisinde devam ettirmeyi öğreneceklerdir.

Bahadır Metan 1944-1954 yılları arasında Kazakistan’da orta okulunu tamamlamıştır. Daha sonra tahsiline devam etmek için ailesi birlikte Özbekistan’a göç etmiştir. Tabi bu göç hiç de kolay olmamıştır. 1956’ya kadar onlara bir kazadan ikinci bir kazaya gitmek yasaktı. Özbekistan’a bu yüzden gizli ve kaçak olarak gitmişlerdir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ortaokul sonunda Bahadır Metan'ın çekilen bir fotografı


Bahadır Metan 1958 yılında Taşkent Endüstriyel Teknik Lisesinin inşaat fakültesini tamamlayıp Yeniyol, Çinaz, Akkorgan Rayonlarında 1984 yılına kadar inşaat yönetmeni olarak görev yapmıştır.

Bahadır Metan inşaat fakültesinin yanında iki üniversite daha bitirmiştir.

1963-1968 yılları arasında Taşkent Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesini bitirerek,
gece okulundan (Lala Mektebi) Tarih Coğrafya ve Hukuk alanında öğretmenlik yapmıştır.

Tarih Fakültesinde okurken eş zamanlı olarak 1960- 1966 yılları arasında Taşkent Uluslararası İlişkiler Halk Üniversitesi Gece bölümünde Uluslararası İlişkiler eğitimi almıştır.

Daha sonra Sovyetler Birliği çapında Bilim Cemiyeti Taşkent Şubesinde faaliyette bulunmuştur.

Tüm bu parlak eğitim ve iş kariyerinden sonra Bahadır Metan yaşadığı hayat tecrübelerini ve vatan hasreti ile dolu duygularını geniş halk kitlelerine aktarmak amacıyla devlet yönetiminde görev almıştır. 1970 - 1980 yılları arasında Özbekistan'ın Akkorgan Rayonunda Milletvekilliği ve aynı zamanda Belediye Başkan yardımcılığı yapmıştır.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan Milletvekili iken çekilen fotografı, Özbekistan


Bahadır Metan’ın hiç bitmeyen vatan özlemi onun içini kemirip durmaktaydı. En sonunda Gürcistan’ın Ahıska’ya 70 km uzağında bulunan Haşur Rayonuna ailecek göç etmiştir. Burada 13 sene Rusya’nın Roztov Şehri Haşur Şubesi Podşibnik Bilya fabrikasında baş mühendis olarak çalışmaya devam etmiştir.Böylelikle doğduğu, çocukluğunun geçtiği ve akrabalarının yaşadığı toprakları bir kez daha görme şansına sahip olmuştur.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın doğum yeri olan Aspindza Rayonunu ziyareti


1992 yılında Türkiye ile Gümrük sınır kapıları artık açılmıştır. Bahadır Metan birkaç defa Türkiye’ye turist olarak gidip gelmiştir. Türkiye’de akrabalarını arayıp onların çoğu ile buluşup kaynaşmıştır. Nihayetinde 1997 yılında Türkiye’ye ailesi ile birlikte kalıcı olarak gelmiştir.

Şu an ailesi ile birlikte Bursa’da yaşamaktadır. Emekli ve iki çocuk babasıdır. Çocukları Taşkent Devlet Üniversitesi mezunudurlar. İkisi de şu an Bursa’da müzik öğretmeni olarak çalışmaktadır. Bahadır Metan’ın eşi Medeiyet Hanım ise 40 sene Özbekistan’da Özbek Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak orta okulda ders vermiştir. Şu an eşi de emeklidir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın Türkiye'deki akrabaları ile buluşmasında çekilen bir fotograf

Bahadır Metan bu duygular ile hayata, vatanına ve akrabalarına gönülden bağlı bir insan. Bu uğurda çeşitli derneklere üye olmuş, onlara öncülük etmiş, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmıştır. Hayatını kendinden sonra gelecek olanlara ışık olmaya adamıştır, ilerleyen yaşı bu kutsal görevi yerine getirmesine mani olamamıştır halen mücadelesine devam etmektedir.


Bahadır Metan'ın çalışma masasında çekilen bir fotografı

Bahadır Metan yetmiş beş yıllık yaşadığı hüzünlü,sevinçli ve mutlu günlerini inançla, gururla ve şükran ile anıyor.

Bahadır Metan’ın hayatını ve hatıralarını burada anlatmaya ne kelimelerimiz yeter ne de zamanımız. Yetmiş beş yıllık dolu dolu geçen bir hayat dile kolay geliyor.

Bir milletin vatanı için verdiği bu mücadeleyi okudukça ve gördükçe vatanımızın kıymetini daha iyi anlıyoruz. Atalarımız da vatanımız için benzeri mücadeleler vermişlerdir. Bugün bir vatana sahip isek bunun Atalarımızın yapmış olduğu fedakarlıklar neticesinde olduğunu unutmamalıyız . En az atalarımız kadar vatanımıza sahip çıkmalıyız. Yaşanan olaylardan ve tarihten ibret almalıyız.

Özhan GÜRSOY,31.01.2009 BURSA