14 Aralık 2008 Pazar

Ahıska Vatan Mücadelesi

Hiçbir şey kesin değil, hiçbir şey imkansız değil..

AHISKALILAR ENİNDE SONUNDA VATANLARINA KAVUŞACAKTIR.

Ahıskalıların Anavatana dönme mücadelesi tam 64 yıldır sürüyor. Bu mücadele anavatan topraklarına dönene kadar devam edecektir. Hiç ümidimizi kaybetmeyeceğiz. Bu konuda yapılan çalışmalar neticesinde Avrupa Birliği’nin ısrarlı baskıları sonucu Gürcistan parlementosu olumlu kararlar almaya başladı. Önümüzde ki günlerde bu daha güzel gelişmeler olacaktır. Ahıska Türkleri durmadan yılmadan çalışmalıdırlar.

Evimizi köyümüzü aldılar,
Mecnun gibi sahralara saldılar,
Bize lazım değil İslam dediler,
Bizim halimizi gören ağladı.
Vatana umursuz olmak,
Bugün bize yakışır mı?
Bu işte yorulmak, yılmak,
Deyin bize yakışır mı?
İnsaf edin gelin yola,
Muhkem verelim kolkola,
Öz yurdumuz ola ola,
Sürgün bize yaraşır mı?


Bazı Ahıskalı kardeşlerimiz vatana dönme konusunda ümidini yitirmişler, Artık biz vatanımıza dönemeyiz yaşadığımız yerleri vatan edinelim diye karar vermişler. Buna rağmet milletimiz büyük çoğunluğu yaşlısı genciyle Öz vatanımıza dönebileceğimiz inancını taşımaktadır. Candan vatanseverliğimiz devam etmektedir. Ama ne yazık ki vatanda doğanların ve vatanın değerini bilenlerin büyük bir kısmı vatan özlemiyle yabancı diyarlarda hayata veda etmişlerdir. Vatana dönüşün olumlu kararları ve neticeleri ruhlarına ayan olacaktır inşaallah.

Mukaddes inancını kaybetmeyen Ahıskalılar er veya geç vatanlarına döneceklerdir. Bizler vatanı görecek ve orada yaşama hakkına sahip olacağız. Bu böyle sürmeyecek. Bütün dünyanın değiştiği günümüzde bize vatan kapıları açılacaktır. Vatan özlemiyle yanan Ahıskalılar sonunda öz yurtlarına döneceklerdir. Kimse ümidini kaybetmesin.

Dinleri ayrı, Milletleri ayrı olsada dost olup barış içinde
çalışmışlar, yaşamışlar, yaşadık ve yaşayacağız..





Oşora, Laşhev, İndusa, Kemze, Ota, İdumala köylerinden oluşan Nahiye veya Muhtarlık (Muhtar-Glava) İdumalalı İskender ağa sağda ayakta, yardımcısı Oşoralı Muştak efendi, Mürsel Hamid ve Seyfeddin efendi olarak dört kardeşten biri. Oturanlar sağda Tevfik efendi yazıcı, elinde kamçı Stepan Efendi polis komiseri.



Yıl 1934 Gori’ya misafirlik. Gori şehri (Gürcistan) oturanlar rahmetlik annem Hediye Hanım, Kucağında 4 aylık bahadır Metan (ben) Annem yanında Gorulu Hanımefendi,onun yanında annemin amcası Molla Haydar Goromalı (118 yaş ömür gördü, kabri Özbekistan’da) yanında Gorulu Teyze, onun yanında da annemin Bibisi kızı Zahide Halam, ayakta olanlar sağda Seide Halam annemin bibisi kızı, yanında İbrahim Enişte Zahide bibinin kocası, (1937’de babamın kaderi ile onun kaderi aynı oldu: Sovyetler rejiminin kurbanı.) Yanında Gorulu beyefendi, onun yanında üniformalı Gori Harbi Garnizon görevlisi (1939-40 Finlandiya savaşında şehit oldu.





(Yukarıdaki ki Rusça belge ona ait.) Onun yanında da karısı Makbule Halam annemin bibisi kızı (Makbule Halam 1946’da Kazakistan’da sürgündeyken gece evinde tütün demetlediği sırada Lambasına gazyağı diye yanlışlıkla benzin koyar. Lambayı yakınca çıkan patlama ile kendisi de yanarak feci şekilde hayatını kaybeder.) Bu resimdekilerden sadece ben Bahadır Metan hayatta bulunmaktadır. Diğerleri Allah’ın rahmetine kavuştular.


Bu gerçek dostluğun belgeselini resimler anlatıyor..

Yıl 1912 Resimde Azgur kasabasında İlahiyat öğrencileri. Azgurlu Molla İsmailin babası Ali Hoca ortada, yanında yabancı dil olarak Rusça muallimi başında şapkalı. Hoca ile muallimin arasında Abdullah amcam (1898-1992) Kız talebelerden sağdan ikinci Azgurlu Bilor Hanım Muhrangil.



Yıl 1937 Resimde Oşora. Sağda Oşoralı Adilhan okul müdürü, yanında Anser amcam öğretmen ve Sergo Gürcü dili öğretmeni. ( Resim dedemin kardeşi Mürsel Efendinin bahçesindeki kocaman ceviz ağacının kökleri üstünde çekilmiştir. Ceviz ağacı arasında üstte soğuk çeşme mevcut idi. Önünde aşağıda küçük ırmak suyu yukarı Oşoradan akıp gelirdi.)



Babam Enver, annem Hediye ve ben üç yaşındayken. Annem Goroma köyünden Oşoraya gelin gelmiş.Babam 1930’larda Hırtız’da öğretmen, Adıgönde okul müdürlüğü, sonrasında Aspinzada Eğitim Müdürlüğü’nde görevli ve Eğitim Müdürü vazifesini yürütürken tutuklandı. Babam Sovyet rejiminin kurbanı oldu.


Babam hakkında Gürcistan Yüksek Mahkemesi tarafından verilen beraat belgesi. Ancak çoktan olan olmuştu. Bu kararda Ahıskalı Türklere yapılan zulmün bir belgesi olarak elimizde kaldı.

( Annemin hatırasından; Aspınza’da durduğumuz evde sabahleyin erken dış kapı döğüldü. Babam lavobada imiş kapıyı annem açıyor. Kapıda ikisi üniformalı birisi sivil üç hükümet görevlisi '' Metanov Enver evde mi diye '' soruyor. Annem '' buyurun girin evde kahvaltı sofrası hazır '' diyor. Onlarda '' içeri girmeyiz kendisini çağır '' diyorlar. Babam geliyor. Onlar babamın kulağına bir şeyler fısıldıyor. Babam arkasına bakarak '' Hediye Hanım ben biraz sonra gelirim telaş etme '' diyerek görevlilerle gidiyor. Arkasından annemin bibisinin kızı gelip babamı soruyor. Annem olayı anlatıyor. “ Eyvaaah, Onu da götürdüler. Baksana çarşıya, yakaladıklarını götürüyorlar.” diyor. Bunu duyan annem fenalaşıp bayılıyor. Kendine gelince acı akibetle karşı karşıya kalıyor. Sonradan babam hakkında beraat kararı veriliyor ama iş işten geçmiş oluyordu.



Yıl 1941 Aspingza. Ortada Oşoralı Zodogilin Ahmet Aspinzade Okul müdürü, sağında ve solundakiler bayan Gürcü öğretmenler. Anser amcam ve Hasan eniştem, Seide Halamın kocası Azeri, önünde oğlu Tevfik. Tevfik Gence’de yaşıyor. Bu resimden 16 gün sonra Alman Savaşı patlak verdi. Erkeklerden ikisi hariç hiçbiri savaştan kurtulamadı. Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun. İşte bu resim savaştan ve sürgünden önceki barış ve mutluluk içindeki yaşam tarzımızı gösteriyor.



Oşora’da öğretmen karı-koca, Anser Amcam ve Narınç Hanım ile bizim evde duran Nahiye doktoru Valiko. İkiside Alman savaşına gittiler. Amcam dönmedi. Dr. Valiko’dan da haber alınamadı.



Yıl 1981 Oşora. Resimdeki bu evde; ben Bahadır, babam Enver, dedem Hamid, Hamid Ağa'nın kardeşleri Muştak, Mürsel, Seyfettin ve Mavi Bibiler dünyaya gelmiştir.

Dedem Hamid Ağa'nın dokuz çocuğu; Abdullah Amcam (1898 Oşora - 1992 Bakü), Adalet Bibim ( 1896 Oşora - 1957 Kazakistan ), Rıza Amcam ( 1901 Oşora - 1926 Oşora), Ziya Amcam ( 1903 Oşora - 1925 Oşora ), Gayet Bibim ( 1905 Oşora - 1975 Buhara , Özbekistan), Mehmet Amcam ( 1906 Oşora - 1937 Azgur ), Ahmet Amcam ( 1908 Oşora - 1981 Bakü), babam Enver (1912 OŞora - 1937 Ahıska Kalesi ), Anser Amcam (1914 Oşora - 1943 Alman Savaş'ında şehit oldu).
Yukarıda adları geçenler bu evde dünyaya gelmişlerdir. Şu anda bu doğmuş olup sağ olan sadece ben Bahadır ve kız kardeşim Bilor ve çocukları hayattadır.
Geçimişlerimizi rahmet ile anıyoruz..

Oşora 1981 yılı. Resimde bizim evin balkonunda bizden sonra evimizde yaşayan Bushrikidzeler ailesi. Şöförümüz Azgurlu Manuşak Halanın oğlu Şota ve benim ailem. Eşim Azgurlu Canogilin Medeniyet, Kızlarım Sevda ve Leyla Oşoradaki kendi evimize yıllar sonra misafir olarak gitmiştik. Burada hem sürgünlük acısıyla ağladık, hemde vatanımıza ve doğduğumuz eve gelmenin sevinciyle ağladık. Çünkü dünya gözüyle bir defa daha anavatımızı görmek arzusuyla yanıp tutuşuyorduk. Anavatanımı görmek, doğduğum yere gelmek bizleri çok heyecanlandırmıştı.
Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur..

Resimde, eski Oşoralılarla yeni Oşoralıların biraraya gelişi. Oturanlar soldan sağa ben,annam, Milez Dayı, Oşoradan gelenler Givi. Aleksandr, Meri yanında Hoşi Hanım kocası bibimin oğlu Abdurrahman çocukları Enver, Sevile. Kızlarım Sevda, Leyla ve makam şöförüm Hayrullah.

Yıl 1981. Ben Önbekistan’da yaşıyorum ve Ahıska milletvekiliyim. Resmi izinli olduğumuz bir zamanda ailevi topraklara ziyaret etme isteği içimi kaplıyor. Hemen ailemi toplayıp Oşora’ya doğru yola çıkıyoruz. Sürgünlük zamanında elimizden alınan evimizin ve köyümüzün halini merak ediyordum.

Bizden sonra da çok değişiklikler olmuştu. Peşimizden köyümüze ve evimize Gürcistan’ın batı bölgesi Raça ve daha sonra Acara bölgelerinden göçler olmuştu. Zorunlu olarak tazminatlarla yapılan bu göçlerde bize ait ev ve araziler başkalarına verildi. Hatta Acarlara iki katlı evler yapılarak verildi. Yıllar sonra gittiğim Oşorada güzel günler geçirdim. Bu bölgeye yerleştirilenler bizimle samimi ilgilendiler. Burada kendi evimide ziyaret edip bizim aile evimizde oturan aile ile tanıştık. Bizleri çok iyi karşıladılar. Ayrılırken de bizim için büyük bir piknik organize ettiler. Çok iyi ağırladılar. Bende kendim ve ailem adına teşekkür ederek Taşkent’e davet ettim. Bu arada bizi uğurlayanlardan '' Eee Dorogoy (değerli) Bahadır, Özbekistan nerede bizler nerede, Tiflis’e dahi gidemiyoruz. Oraya nasıl geliriz '' dediler. Ama ben onlara ısrarla adresimi vererek “ Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” deyip adresimi verdim. Doğduğum topraklardan hüzünle ayrılıp Taşkent’teki evimize döndük.

Kısa bir süre sonra sürpriz bir şekilde Oşoradan mektup geldi. Yollayanlar ise bizim evde oturan aile idi. Mektupta, '' Oğlumuz Soso Koberidze, Afganistan savaşında ayağından yaralanıp Taşkent Harbi Gospitalinde yatıyormuş. 04.09.1981’de bizi Taşkent havaalanında karşıla. Oğlumuzu görmeye geliyoruz. '' diyorlardı. (Asker Soso’nun annesi ve dayısı bizim evde doğmuştur.) Onların Taşkent’e gelmesine üç gün kalmıştı. Mektubu aldıktan sonra ben evime öğle yemeğine gelmiştim. Mektubu evdekilere okuyup “Hazır olun Taşkent’e Gospital’e gidiyoruz.” dedim. Hemen hazır oldular. Birde yiyecek sepeti hazırladık. Kısa zamanda Gospitala vardık. Burası hükümet tarafından sıkı yönetim altında tutuluyordu. Konuştuğum görevlilerden birisi her gün onlarca yaralı ve 50-60 kadar teneke tabut geldiğini söylüyordu. Biz Afganistan’dan yaralı gelen Gürcistan’lı Soso Koberidze’yi ziyarete geldik deyince, izin almak için Gospital Albay Palkovnik’e başvurmamaızı söylediler. Ben de odasına girdim. O harbi üniformalı idi. '' Dinliyorum, buyur '' dedi, '' Ben akrabamız Afganistan’dan yaralı gelmiş (Akrabası olmayanlara izin verilmediği için böyle söyledim.) izin verin ziyarete geldik.'' Askerin adını soyadını sordu, söyledim. Sonra benim kimliğime baktı. Bana dönerek “ Dorogoy nasıl akrabasınız anlamadım. O Koberidze sen Metanov?” dedi. Ben dedim ki '' Tovarış Polkovnik bu uzun hikaye, Bizleri 1944’te buralara sürdüklerinde onlarıda Gürcistan’ın öteki bölgesine bizim yerlerimize zorunlu sürmüşler. Ben ve ailem bir süre evvel köyümüze ve evimize ziyarete gittik. Orada bizim evde doğan annesi ve dayısı ile samimi görüştük. Bu sırada soso savaştaydı.
Biz onlarla bir ev iki aile gibi dost olduk. bende onlarda aynı evde doğdukları için birbirimizi yarım akraba olarak kabul ettik.''

Beni dinledikten sonra “ Tamam ben sizi anladım. Girin Gospital avlusuna dışarıda sandalyeler var orada oturup bekleyin.” diyerek iltifat etti. Çok geçmeden beklediğimiz yere doğru Gospital kapısından iki koltuk değnekli aksaya aksaya çok düşkün çocuk kadar birisi o yana bu yana bakınarak geliyordu. O tanıdık bildik akrabalarını arıyordu ama göremiyordu. Şaşkın şaşkın önümüze kadar geldi. Ziyaretine gelen arkabalarını arıyordu. Biz onun soso olduğunu tahmin ettik. Sandalyeden kalkıp yanına gittim. '' Sen Soso’musun '' dedim. Şaşkın bir şekilde '' evet benim'' dedi. Bende onu ziyarete gelenlerin biz olduğunu annesi,babası ve dayısının üç gün sonra Gürcistan’dan kendisini ziyarete geleceklerini söyleyince yüzüne renk geldi. Bizde onu yanımıza oturttuk. Kısaca durumu anlattık. O Afganistan’da esaretteki korkusunu halen üzerinden atamamış kekeliyerek konuşuyordu. Ona Oşora daki bizim evin balkonunda onun ailesi ile birlikte çekildiğimiz resmi gösterdim. Resimde dayısının karısı ve çocuklarını görünce şaşırdı. '' Resmi abin Sezer çekti '' dedim. O biraz rahatladı ama yine hüzünlendi. Çünkü çok fazla yaralı geldiği için hafif yaralıları Türkmenistan’ın Mari şehrine gönderiyorlardı. Soso’da yarın sabah oraya gidecekti. Annesiyle babasını göremeyecekti. Ben fazla uzun konuşmadan '' haydi gidelim kazarmaya arkadaşlarını da çağır birşeyler atıştırın ben de komutanla görüşeyim '' dedim. Komutana gidip durumu anlattım. Anne, babası gelene kadar üç gün daha Soso’yu burada tutmasını rica ettim. Uzun yoldan çok masraf ederek geleceklerini, çocuklarını görmeleri için kolaylık göstermesini istedim. Mari şehrine gitmelerinin zorluğunu anlattım (700 km daha uzakta) Komutan isteğimi geri çevirdi olmaz dedi. Yüksek sesle bana; “ Annesiyle babasına söyle dua etsinler ki oğulları yaralı da olsa sağ olarak geldi. Her gün 50-60 tabut geliyor buraya. Ağır yaralıları dahi buruda fazla tutamıyoruz. Mari Gospitalinde rahat ederler. Tez iyileşir. Emir verilmiştir. Geri adım atılmaz.” dedi. Sonrada Mari Gospitalinin adresini vererek bizi kapıya uğurladı.
“ Sen anne-babasını oraya yollarsın orada görüşürler.” dedi. Durumu Soso’ya anlattık. Çok üzüldü. Sonra da cebinden kendisinde bulunan aile resimlerini ve annesine yazdığı küçük bir mektubu vererek “ Annem bunları alınca sağlıklı olduğumu anlar niye burada yok diye fazla üzülmez. Mari’de görüşürüz.” diyerek bizlerle vedalaştı.

Üç gün sonra Akkorgan’dan ben eşim Medeniyet Hanım Taşkent havaalanına Gurastanlıları karşılamaya gittik. Bizi görürgörmez annesi hemen, “Haydi Bahadır bizi oğlum Soso’nun yanına götür, onu çok özledim.” dedi. Bunun üzerine bende Soso’nun bana verdiği mektubu ve resimleri ona verdim. Bir yandan sevinerek bir yandanda üzülerek gözyaşları ile mektubu okudu. “Haydi hemen Mari’ye gidelim” dedi. bende Mari’ye onlar için üç bilet aldığımı ancak uçağın iki gün sonra uçacağını söyledim. Sonrada “ Haydi oturun arabaya şimdi bizim eve gidiyoruz. Benim misafirimsiniz. İki gün bende kalacaksınız.” diyerek onları evime götürdüm. Zamanı gelince de onları uçağa bindirerek Mari’ye yolcu ettim. 10 gün orada oğullarıyla kalarak Soso’yu Tiflis Gospitalına transfer yaptırdılar. Daha sonra bana yolladıkları mektupta, Aşırı sıcaklardan 10 günde on kilo verdiğini yazarak, Bizim yaşadığımız yerler cennet gibiymiş te farkında değilmişiz diyorlardı.

Hoşbaht değil gurbetlerde şah olan,
Hoşbaht insan vatanında olandır.
İnsan demem vatanından yılana,
Rast gelmedin hiç gurbette gülene.
Kazakistan ve Özbekistan Yaşantımızdan Acılı Ama Gerçek Hatıralar


1944-1954 yıllarında Kazakistan Sayram rayonu.1954-1984 yıllarında Özbekistan Akkorgan rayonu. Yukarıdaki resimde Taşkent Devlet Ped. Enstitüsü bitirmiş olanların venetkası (Tablosu). Yukarıda ortada Bahadır Metan Sınıf rehberi.


Yıl 1981 Akkorgan Özbekistan. Resimde sürgünde yaşayan Ahıskalıların bir kaçı. İşte bu insanlardan çoğu vatan özlemiyle ah vah ile ömürlerini geçirdiler. Ne vatanı ne de Türkiye’yi göremeden gidenlerde var.
Nerede üç-beş Ahıskalının başı bir araya gelse ilk mesele vatan konusu olmuştur. Bu resimlerde 1981 yılında çekilmiş Ahıskalıların hasret toplantılarından.
Resimde ev sahipliğini yapan Şurdolu İsmail Şubladze kardeşleri ile birlikte
Azgurlu Halis Kahramanoviç, Edhemşah Aznaurov, Albert, Milez Hacievler, Hurolu Murtez Şükrüoğlu, Çorçanlı Kerimcan Vasipov, Murefetddin Bey, Rejisörümüz Kerim Bey Rayon Statistik Baş Karması Başkanı İlyas Bey...vs.
Üst resimde ayakta konuşan Bahadır Metan.


1984-1997 arası 13 sene Vatanım Ahıska özlemiyle Gürcistanda yaşadığımız günlerden bir resim. Bağımsız Gürcistan Birinci Cumhurbaşkanı Zivyad Gamsahurdıya (ortada) ile ben ve kızlarımdan Leyla ile Ahıskalıların vatanlarına dönmeleri konusunda görüşürken.

Gürcistan Birinci Cumhurbaşkanı olacak Zivyad Gamsahırdıya ile kalabalık bir toplantıda Ahıskalılar konusuna değinerek meselemizi anlatırken, üniversite öğrencisi bir genç kızın vatan Ahıska’ya dönme konusunda ateşli itirazlarda bulunup sert konuşması beni ve Leylayı çok üzdü. Bende sabır etmeden “ Gamsahurdıyaya Zivyed Konistantinoviç niye izin veriyorsun böyle provokasyon çıkışlara, Ahıskalıları böyle mi anlatıyorlar millete” deyince, o da bana '' Bahadır pust govaryat (koy söylesinler) söz erkinliği varya '' diyerek susturdu.

“Çak çak başını yorar, değirmen işini görer.” Ahıskalılar uyumuyorlar. Hak yolunu bulacak diye ümidi kesmiyorlar. Vatana dönmek konusunda çalışıyorlar. Hayatta çekilen dertlerin içinde en ağırı vatan derdidir. Çünkü vatansız hiç bir şey olmaz. Vatansız insanın ne yüzü güler, ne işi yürer, hiç bir şey olmaz.
Gürcistan yaşantımızdan diğer resimler (1934-1944 onbir sene, 1984-1997 onüç sene)

Bu resimde Özbekistan’dan Gürcistan’a Haşur Rayonuna göç ettiğimizde ev alıp yerleşinceye kadar bizi kendi evinde harçsız masrafsız ağırlayan Kukura Haçidze ile iki aileyle beraberiz. Onlarla da diğer komşularımız gibi çok samimi yaşadık.



Yine samimi komşularımızdan birisi olanPogos Ağa ve eşi Elene Hala, oğulları Şota, Volodya gelini ve torunu Maya. Biz yaşadığımız yerlyerde komşularımızla çok samimiydik. Resimde elimde Pogos ağanın vefatı nedeniyle elimde portresi ile taziyeye gitmiştim.
VATAN YOLU AÇILMIŞTIR, MUTLU GÜNLER GELİYOR..


Üstteki resimde, devamlı bizleri destekliyen Sn. Omazı Çheidze ve akrabam Cavid eşi Antika, yanında bacımın kızı Hacibe çoluk çocuklarıyla.
Nerede olursak olalım, Ne kadar normal ve iyi şartlarda yaşasak ta yaşayalım, benimde herkes gibi kendi toplumumda kendi vatanımda yaşamaya hakkım var. Diğer makalelerimde '' Acı ilaçlara alıştık ama vatansızlık acısına alışmak çak zor '' ve “ Her şeyin bittiği yerde yeni dünyalar başlar” başlıklarını kullanmıştım.

Ahıskalılar nerede olurlarsa olsunlar Ahıskalıdırlar. Bunu inkar edenler Ahıskalı değildirler. “ Soyunu yitiren, soysuz olur.” demişler. Kimsenin soyunu sopunu bulmak benim görevim değil. Kendi öykümü düzenlemek bana yeter. Benim aile secerem ve kimliğim benim kim olduğumu gösterir.

Oğlum, sen otobüs kaçırmış bir milletin çocuğusun.”
Sen tarihini bilmezsen coğrafyanı başkaları çizer. Sen Ahıskalı müslümansın. Sen bununla gurur duymalısın.

Yurdumuzun ala çiçek meşesi,
Vatan ki diyerler yürek köşesi,
Gurbetçilik bizim halgın peşesi,
Vatanı görmezden ölen ağlasın.

O güzel Allahım yolumu açsın,
İyi hava isteyen vatana kaçsın
Soğuk pınarlardan suyunu içsin,
Ala göz yaşını silen ağlasın.

Kadir mevlamın dermanı çoktu,
Allahtan gelenin heppisi hakdır,
Yüz yılda dursak binamız yoktur,
Bozulup gidende kalan ağlasın.

Yeter bunca zulüm olmaz ey Allahım,
Vatan deyip çektik, hala çekeriz,
Etme bizi gurbetlerde padişah,
Vatanımda torba takda dilendir.
Bahadır AHISKALI
BURSA

Hiç yorum yok:

Bahadır Metan Enveroğlu Kimdir?

Bahadır Metan ENVEROĞLU kimdir?


Tarih yazmak tarih yapmaktan zordur derler. Tarihi bir de bizzat yaşayan insanlardan dinlemek ve anlamaya çalışmak ise apayrı bir olaydır. Günümüzde yakın tarihin olaylarına bizzat şahit olmuş halen yaşamaya devam eden bir çok insan bulunmaktadır.Bu insanlardan birisi de Bahadır Metan Enveroğlu’dur. Bahadır Metan’ın hayatını kısa ve öz bir şekilde sizler ile paylaşmaya çalışacağım.

Bahadır Metan Enveroğlu 15.06.1934 yılında Gürcistan’ın Ahıska Bölgesininde (Aspindza Reyonunda) dünyaya gelmiştir. Annesi Hediye Hanım , babası Enver Metan Bey’dir. Annesi ,babası, kız kardeşi Bilor Hanım ve ailenin en yaşlı üyesi babaanne Mümine Hanım Gürcistan’ın Ahıska Bölgesinde 1944 Sürgününe kadar birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamışlardır.Ancak mutlu aile tablosu onlar için pek uzun sürmeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın babası Enver Bey, annesi Hediye Hanım ve ortada Bahadır Metan.

1937 yılında Aspindza’da yaşayan ve Aspindza Eğitim Müdürlü’ğünde çalışan Bahadır Metan’ın babası Enver Bey’in evinin kapısı birgün hükümet görevlileri tarafından çalınır.Kapıyı açan Hediye Hanıma kocası Enver Bey’i sorarlar.Hediye Hanım da Enver Bey’in evde olduğunu,İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde yapılacak olan toplantıya hazırlandığını ve kahvaltı yapmak üzere olduklarını söyler, görevlileri kahvaltıya buyur eder. Görevliler eve girmeyeceklerini söylerler. Görevlilerin geldiğini duyan Enver Bey onları hiç bekletmeden kapıya doğru ilerler. Daha sonra görevlilerden biri Enver Bey'in kulağına birşeyler fısıldar.Enver Bey Hanımı Hediye Hanım'a ‘ben birazdan dönerim’ diyerek görevliler ile birlikte gider.Bu ayrılıştan sonra Enver Bey bir daha evine hiç dönemeyecektir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ahmediye Camisi ve Medresesi şu andaki görünüşü


Ahıska Kalesi içinde 1749’da inşa edilen Ahmediye Camisi ve Medresesi bulunmaktadır. Bir zamanlar Ahmediye Medresesinde birçok İslam Alimi yetişmiştir. Bolşevik Rejiminde hükümet görevlileri tarafından yakalanan bu masum insanlar bu cami ve medreseye doldurulmuştur. Burada toplanan insanlar çeşitli işkencelere maruz kalmışlar,kimileri Sibirya’ya sürgüne gönderilmiş kimileri de şehit edilmişlerdir. Binlerce insan haksız yere Sovyet Rejimini kurbanı olmuştur. Bahadır Metan’ın babası da bu medresede hükümet görevlileri tarafından şehit edilmiştir. Bahadır Metan henüz daha üç yaşındadır ve tüm bu olup bitenlerden habersizdir.



Bahadır Metan'ın Arşivinden
Enver Bey'in Rus Dilinde Yazılmış Beraat Belgesi

Ne acıdır ki Babadır Metan’ın babası Enver Bey’in suçsuzluğu yıllar sonra mahkeme tarafından kanıtlanmış ve suçsuz olduğuna dair beraati verilmiştir. Ancak bu gecikmiş karar şehit edilen Enver Bey’in ve ailesinin acılarını hafifletmeye yetmemiştir.

Tüm bu yaşanan olaylardan sonra üç yaşında öksüz kalan Bahadır Metan ailesi ile birlikte kendi köyleri olan Oşora’ya geri dönmüştür. Annesi Hediye Hanım altı aylık kız kardeşine hamile iken evin tüm sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bahadır Metan 1941 yılında Oşora Mektebinde okumaya başlamıştır . O ve ailesi bundan sonra huzurlu bir hayat sürmeyi umut ediyorlardı ki bu sefer de 1944 sürgün faciası ile karşılaşacaklardı.

1944 de savaş Rusların lehine dönmeye başlamıştı. Kızıl Ordu 1944 yılı Kasım ayının 14 ünü 15 ine bağlayan gece iki yüz civarında Ahıska Köyünü basarak herkesi evlerinden dışarı çıkarmışlardı. ‘Almanlar gelip burayı bombalayacaklar, sizleri daha güvenli yerlere götüreceğiz, savaş bittikten sonra hemen yuvalarınıza döneceksiniz’ diye köylüleri kandırdılar. Herkesi Ağalık Bahçesi diye anılan meydanda topladılar. Uzun bir süre kendilerini götürecek arabaları beklediler. Nihayetinde toplanan insanları Amerikan Studabekir arabalarıyla tren istasyonuna götürürüler.Bu masum Ahıska Türklerini istasyonda bekleyen boş hayvan vagonlarına doldururlar. Böylelikle Ahıska Türklerinin meçhule yolculuğu başlamış oldu.

Yola çıkanların çoğu yaşlı,hasta,savaştan dönen yaralılar, kadın ve çocuklardı. Ruslar her istasyonda yemek ve ekmek vereceklerini söylemişlerdi. Ancak mevsimin kış olması nedeni ile alınan ekmek ve yemekler anında donuyordu. Öyle ki ekmekler balta ile kesilip dağıtılıyordu.

Ruslar her istasyonda mola anında vagonları tek tek dolaşarak hasta ve ölü olup olmadığını soruyorlar, ölenleri alıp götürüyorlar. Aileler bu durumda hasta ve ölüleri çarşaflara sararak gelen askerlere ‘yok’ cevabını veriyorlardı. Trenin ilk durduğu istasyonda gizli bir şekilde kazma ve kürek olmadan ölenleri kendi elleri ile gömüyorlardı.

Yirmi beş otuz gün hastalık,açlık ve sefalet içerisinde devam eden bu meçhul yolculuk (sürgün) sonunda ardında büyük kayıplar bırakarak sona ermiştir. Bahadır Metan tüm bu olayları henüz on bir yaşındayken yaşamış küçük bir çocuktur. Burada ancak bir kısmını sizlere aktarabildiğimiz yaşanan olaylar Bahadır Metan’ın hayatında unutulmaz ve derin izler bırakmıştır.

Gece yarısı Kazakistan’ın Çimkent vilayeti Sayram Rayonu Çernovodski (Karasu) Demir Yolu İstasyonuna gelen trenin vagon kapıları açılmaya başlanmıştır. Askerler gelen emirle herkesi vagondan apar topar aşağıya indirmeye başladılar. Evlerinden bazı ev eşyalarını getirebilenler ve getiremeyenler grup grup toplanmışlardı. İstasyonda kendilerini almaya gelecek olan öküz ve at arabalarını beklemeye başladılar. Mevsim kıştı ve hava oldukça soğuktu. Ertesi sabah beklenen arabalar gelebilmişti. Aileler çeşitli yerlere yerleştirilmek üzere arabalara bindirilirler.

Diğer Ahıskalı Aileler gibi Bahadır Metan ve ailesi de halkı Müslüman olan bir yere yerleştirilmişti. Yaşlılar ezan okuyup namaz kılarak bundan sonra aradıkları huzuru bulmak amacıyla Allah’a dua ettiler. Yerli halk yeni gelen misafirlerine sevgi ve ilgi ile yaklaştı. Bahadır Metan ve Ailesi buraya alışmakta zorluk çekmedi. Böylelikle Bahadır Metan’ın hayatında yeni bir sayfa açılmış oldu.

Burada Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon Bahadır Metan ve ailesini nüfusa kayıt ettiler. Çalışacak durumda olanlar Kolhoz (Kolektif Hocalık ) da çalışacaktır, okul yaşındakiler ise mektebe gidecektir.

Ardından yine Hükümet tarafından görevlendirilen Komisyon kendilerine yiyecek yardımında bulunur ve ekin ekmek için arazi verirler.

Acı günlerinin hatırası elbette hafızalardan kolay kolay silinmeyecektir. Ancak yine de Ahıskalılar vatanları olmadan hayatlarını gurbette şükran duyguları içerisinde devam ettirmeyi öğreneceklerdir.

Bahadır Metan 1944-1954 yılları arasında Kazakistan’da orta okulunu tamamlamıştır. Daha sonra tahsiline devam etmek için ailesi birlikte Özbekistan’a göç etmiştir. Tabi bu göç hiç de kolay olmamıştır. 1956’ya kadar onlara bir kazadan ikinci bir kazaya gitmek yasaktı. Özbekistan’a bu yüzden gizli ve kaçak olarak gitmişlerdir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Ortaokul sonunda Bahadır Metan'ın çekilen bir fotografı


Bahadır Metan 1958 yılında Taşkent Endüstriyel Teknik Lisesinin inşaat fakültesini tamamlayıp Yeniyol, Çinaz, Akkorgan Rayonlarında 1984 yılına kadar inşaat yönetmeni olarak görev yapmıştır.

Bahadır Metan inşaat fakültesinin yanında iki üniversite daha bitirmiştir.

1963-1968 yılları arasında Taşkent Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesini bitirerek,
gece okulundan (Lala Mektebi) Tarih Coğrafya ve Hukuk alanında öğretmenlik yapmıştır.

Tarih Fakültesinde okurken eş zamanlı olarak 1960- 1966 yılları arasında Taşkent Uluslararası İlişkiler Halk Üniversitesi Gece bölümünde Uluslararası İlişkiler eğitimi almıştır.

Daha sonra Sovyetler Birliği çapında Bilim Cemiyeti Taşkent Şubesinde faaliyette bulunmuştur.

Tüm bu parlak eğitim ve iş kariyerinden sonra Bahadır Metan yaşadığı hayat tecrübelerini ve vatan hasreti ile dolu duygularını geniş halk kitlelerine aktarmak amacıyla devlet yönetiminde görev almıştır. 1970 - 1980 yılları arasında Özbekistan'ın Akkorgan Rayonunda Milletvekilliği ve aynı zamanda Belediye Başkan yardımcılığı yapmıştır.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan Milletvekili iken çekilen fotografı, Özbekistan


Bahadır Metan’ın hiç bitmeyen vatan özlemi onun içini kemirip durmaktaydı. En sonunda Gürcistan’ın Ahıska’ya 70 km uzağında bulunan Haşur Rayonuna ailecek göç etmiştir. Burada 13 sene Rusya’nın Roztov Şehri Haşur Şubesi Podşibnik Bilya fabrikasında baş mühendis olarak çalışmaya devam etmiştir.Böylelikle doğduğu, çocukluğunun geçtiği ve akrabalarının yaşadığı toprakları bir kez daha görme şansına sahip olmuştur.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın doğum yeri olan Aspindza Rayonunu ziyareti


1992 yılında Türkiye ile Gümrük sınır kapıları artık açılmıştır. Bahadır Metan birkaç defa Türkiye’ye turist olarak gidip gelmiştir. Türkiye’de akrabalarını arayıp onların çoğu ile buluşup kaynaşmıştır. Nihayetinde 1997 yılında Türkiye’ye ailesi ile birlikte kalıcı olarak gelmiştir.

Şu an ailesi ile birlikte Bursa’da yaşamaktadır. Emekli ve iki çocuk babasıdır. Çocukları Taşkent Devlet Üniversitesi mezunudurlar. İkisi de şu an Bursa’da müzik öğretmeni olarak çalışmaktadır. Bahadır Metan’ın eşi Medeiyet Hanım ise 40 sene Özbekistan’da Özbek Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak orta okulda ders vermiştir. Şu an eşi de emeklidir.


Bahadır Metan'ın Arşivinden
Bahadır Metan'ın Türkiye'deki akrabaları ile buluşmasında çekilen bir fotograf

Bahadır Metan bu duygular ile hayata, vatanına ve akrabalarına gönülden bağlı bir insan. Bu uğurda çeşitli derneklere üye olmuş, onlara öncülük etmiş, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmıştır. Hayatını kendinden sonra gelecek olanlara ışık olmaya adamıştır, ilerleyen yaşı bu kutsal görevi yerine getirmesine mani olamamıştır halen mücadelesine devam etmektedir.


Bahadır Metan'ın çalışma masasında çekilen bir fotografı

Bahadır Metan yetmiş beş yıllık yaşadığı hüzünlü,sevinçli ve mutlu günlerini inançla, gururla ve şükran ile anıyor.

Bahadır Metan’ın hayatını ve hatıralarını burada anlatmaya ne kelimelerimiz yeter ne de zamanımız. Yetmiş beş yıllık dolu dolu geçen bir hayat dile kolay geliyor.

Bir milletin vatanı için verdiği bu mücadeleyi okudukça ve gördükçe vatanımızın kıymetini daha iyi anlıyoruz. Atalarımız da vatanımız için benzeri mücadeleler vermişlerdir. Bugün bir vatana sahip isek bunun Atalarımızın yapmış olduğu fedakarlıklar neticesinde olduğunu unutmamalıyız . En az atalarımız kadar vatanımıza sahip çıkmalıyız. Yaşanan olaylardan ve tarihten ibret almalıyız.

Özhan GÜRSOY,31.01.2009 BURSA